V I V I S E C T I O N | 1 9 9 2
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Hiraeth

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Daniella Weisz
Doberman'ın Seksi Kedisi
Doberman'ın Seksi Kedisi
Daniella Weisz


Mesaj Sayısı : 20
Kayıt tarihi : 24/03/13

Hiraeth Empty
MesajKonu: Hiraeth   Hiraeth EmptyPtsi Haz. 10, 2013 11:25 am

FUCK YOUR ASS ADOLF
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Daniella Weisz
Doberman'ın Seksi Kedisi
Doberman'ın Seksi Kedisi
Daniella Weisz


Mesaj Sayısı : 20
Kayıt tarihi : 24/03/13

Hiraeth Empty
MesajKonu: Geri: Hiraeth   Hiraeth EmptyPtsi Haz. 10, 2013 11:27 am

Kraków-Płaszów Toplama Kampı
1942 kışı


    Buraya gelmeden önceki yaşantısında bile neşe dolu bir insan olmadığı için burada- bağrışan askerler ve vücutlarını sınırlarına kadar yormakta olan Yahudilerin arasında- hayatının en güzel anlarını yaşıyor sayılmazdı. Normalde bir insanın yanında yarım saatten fazla durmak bile ona bir baş ağrısı verirken sayamayacağı kadar insanın, sesin, karmaşanın arasında sabahtan akşama kadar çalışmak hiçbir zaman gereğinden fazla güçlü olmamış bedenini inanılmaz derecede yoruyordu.Tabii burada bayılmak, ya da birinin sinirini bozacak derecede az hareket etmek kafaya kurşun anlamına gelen bir çok şeyden biriydi. Düzgün bir liste yapmak zordu ama öyleydi işte. Trenlerle buraya geldiğinden beri o kadar fazla insanın ölümünü görmüştü ki meslek seçimini yapmadan önceki birinin ölümünü görmeye dayanabilir miyim şüphesi duman olup uçmuştu. Dayanacaktı işte. Kat kat kumaşın içinden belli olmasa da göğsünü kaldıracak kadar derin bir nefes alıp yorgun bir ses çıkararak verdi, bu gürültüde kimse duyacak değildi.
    Onu mütevazi üniversitesinden alıp buraya getiren lanet Alman işgali ülkesinin basitçe kaybetmesini hazmedemeyen bir yönetimle idare ediliyordu herhalde. Radyodan dinlediği- resimlerini gördüğü korkunç adamın buralara kadar bu kadar çabuk geleceğini tahmin edemezdi, Avrupa’da gözünün olduğunu söylemelerine rağmen. Zaten gücünün sınırlarına ulaşmış bir ülke başka neden böyle pis bir ırkçılıkla insanlık dışı şeyler yapardı ki? Oradan oraya koşarken yutkunup soğuk rüzgarın yaşarttığı gözlerini kırptı. Diğer kadınların şapka ya da baş örtüsü tarzı bir şeyleri vardı, o ise kendisininkini bir süre önce rüzgara kaptırmıştı. Aşırı zengin bir aile değillerdi ve fazla kaliteli sayılamayacak paltosunun üzerindeki battaniyeyle bile ısınamıyordu… Ayak izleriyle bile kirlenmeyecek kadar kalın karın üzerinde ufak boyuyla batıp çıkarken elleri- bu sefer içinde ne varsa artık- taşıdığı kovalar yüzünden hiç ağrımadığı kadar ağrıyordu. Ki çalışkan bir öğrenciydi o, kimsenin yazmadığı kadar uzun süre not almaya, çalışmaya alışmıştı ama nereden bilecekti ki beynini çalıştırmaya adayacağı hayatının buraya varacağını.
    Saatlerdir dinlenmediğinden azıtan yorgunluğu ona tuhaf bir dalgınlık vermişti ve yakınlarda bir yerlerde bağıran askerin sesiyle yerinden sıçradı. Klasik şeyler, canı sıkılan genç bir Alman askeri işçilerin hareketlerinde herhangi bir yavaşlama olmamasına rağmen kendi halinde böğürüyordu. Biraz daha paniklemiş hareketlerle kendisi gibi bir şeyler taşımakta olan kadınları takip etti. Kenarda köşede küreklerle bir şeyler yapan çökmüş görünümlü adamlar vardı- Daniella hiç inşaat işlerine karışmamıştı ne yaptıklarını tam olarak bilemiyordu. Grubun başındaki mühendis kadın ise daimi bir memnuniyetsizlik ifadesiyle oradan oraya koşturuyordu. Neden uğraştığını bilmiyordu Daniella, alt tarafı işçilerin kalacağı yerlerdi bunlar, Almanlar o kadar da kısmış olamazlardı değil mi malzemeden? İşçilerdi sonuçta yani… Ölmeleri onların kaybı olurdu. Yorgunluktan düşüncesinin mantıksızlığını birkaç saniye sonra algılayabildi- kaç aydır gördüğü orada burada vurulanlar işçi değildi sanki.
    Şuanlık kimse boş durmuyordu ama bir ara mola olacağını umuyordu, en azından askerlerin azaldığı noktada ufak bir yavaşlama… Adamların çalışanların başlarında durmaktan başka bir işi gücü olmalıydı, hem bu soğukla o mühim alman kıçları donsun istemezlerdi herhalde. Bazılarının elinde ufak metal bardaklarda kahve vardı bir de, şuan aç midesi bol şekerli bir kahveyi kaldıracakmış gibi hissetmese de kıskanıyordu. Yemek denemeyecek- pek besin değeri bulunmayan bir kaselik lapalar yerine güzel bir tatlının hissini özlemişti çok. Askerlerin işleri bitince fiyakalı kulübelerinde ya da daha yüksek rütbeli olanların- evlerinde sıcak sıcak yatacak olmalarını kıskanıyordu. Sıcak tutan üniformalarını da kıskanıyordu. O kadar üşüyordu ki, ağzından çıkan buharı ellerine üfleyince bile doğru dürüst hissedemiyordu onları- verdikleri acı dışında hani. Taşıdıkları kovalar tükenince elleriyle ilgilenmek için bir kenardaki işi bitmiş gibi duran betona çöktü. Ağır ağır nefesler alıp örtüsünü düzeltti ve ellerini uzaklaştırıp eklem yerlerinde oluşan kalın kırmızı çizgilere baktı. Daha önce hayatının herhangi bir döneminde ellerinin nasır tutayazdığını hatırlamıyordu. Parmak uçlarındaki sertlik oldukça garip hissettiriyordu. Ellerini örtünün altına alıp ovuşturmaya çalıştırdı. O kadar üşümüşlerdi ki sağlıklı bir hareketi bırakın yumruk bile yapamıyordu. Kıvrılan parmaklarını kendi haline bırakıp başını sallayarak dağınık saçındaki ufak kar parçalarını silkeledi. Bir kaç kadın daha oraya buraya çökmüşlerdi ama ondan uzaktaydılar neyse ki, Daniella burada bir süre dikkat çekmeyeceğini umuyordu. Gözlerini kapayıp buz gibi havayı içine çekti, kesin şimdi yine işe çağrılacaklardı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frederick Miller
Doberman
Doberman
Frederick Miller


Mesaj Sayısı : 40
Kayıt tarihi : 22/05/13
Milliyet : Alman
Doğum Yeri : Frankfurt
Yaşadığı Yer : Kampa sırtını ver yüz metre go go go. Kime sorsan bilir-di. Şimdilerde bir önemi yok

Hiraeth Empty
MesajKonu: Geri: Hiraeth   Hiraeth EmptyPerş. Haz. 13, 2013 6:54 pm


    Çevredeki insanların koşuşturmacasına, çektiği acılara aldırmadan ağır ağır yağan kar görüş mesafelerini düşürmüştü biraz. Evdeyken dosyalarla ilgileniyordu, kampa geldiğinde de askerlerle, dönüş yolunda yine dosyalar ve bir sürü gerekli gereksiz bilginin bilir kişilerce incelenip düzenlenmesi gerekiyordu işte olağan durumlar; kendini bildi bileli yaptığı işler bütünü. Eğitimler, talimler gibi bir sürü bedensel çaba gerektiren işlerin yanında bir de kafa yorgunluğu gerektirenleri fazla sevimli gelmiyordu insana. Düşük rütbeli askerlere, refahlıktaki hallerine bakıp iç geçiren Yahudiler kadar imreniyordu. Günün onlarca saati ayakta durmasına rağmen iki kilo almıştı ve omuzlarından salınıp dizlerine kadar uzanan kalın asker pelerini olmasa gerçekten rahatsız hissedecekti. Ruhen yeterince rahatsız hisseden bir adamın bir de bedensel olarak rahatsız hissetmesine gerek yoktu. Bıkkınca nefes verirken içtiği sigarasının dumanından duyduğu rahatsızlığı belirttiği askerin sigarasını söndürmesini dikkatle izledi. Sigara içmek yasak değildi ama Frederick de söndürmesini emretmemişti zaten. Sadece uzun uzun, adamı tek kelime etmeden yerin dibine geçiren bakışlar. Kelimelere dökmeden anlaşabilmeyi seviyordu, kendisine duyulan bu korkunun ağır bastığı saygıyı da seviyordu. Frederick disiplinli bir askerdi ama kurallar her şeyi değildi. Belki bunun farkına varmıştı çoğu. Uzak durulması gerekilenler listesine atılmalıydı kesinlikle. Zararının dokunacağı kesin değildi ama illa ki dokunurdu. 
    Karın örttüğü toprak zeminde üç tane kara leke gibi ağır ağır ilerliyorlardı. Kullandıkları dil kendilerine ne kadar tanıdıksa etraftaki zavallılar için de o kadar tanıdıktı ve duydukları herhangi bir Almanca kelimeyle canları çıkmışcasına köşelerine siniyorlardı. Yaptıkları iş bir kaç dakikalığına ödül gibi geliyordu ve daha sıkı yapışıp ne kadar kullanışlı ve çalışkan olduklarıyla göz boyamaya çalışıyorlardı. Yüksek rütbeli bir askerin kampa gelmesinin sonuçları her zaman iyi olmazdı ve öğrenme yetisi inanın korkarken daha gelişkin oluyordu insanlarda. 
    Frederick'e göre burası bir çöplüktü. Hem kamp, hem de Polonya. O kadar çabuk düşmüştü ki insan bu halka karşı bir şey hissedemiyordu bile. Düşmanlarından nefret etmek her askerin doğasında olmalıydı ama Yahudilerden nefret etmek için pek bir sebebi yoktu. Bu bile denklik alametiydi ona göre. Sadece bir avuç güdülmeyi bekleyen ve düşüncesizce insan vasfı yüklenmiş yaratıklarla çevrelenmişti. Boş vakitleri kaldığında dinsel konularla ağıt yakmayı seven asker arkadaşlarından duymuştu. Tanrılar bile Yahudilerden korkaklıkları yüzünden nefret ediyor. Bu savaş ve arınma bizim kaderimiz. Bunun olmasını biz değil Tanrılar istiyor. Bizler birer maşayız, Tanrı'nın eli ve arındırıcılarız. Frederick çoğunun zırva olduğunu biliyordu ama Yahudilerin korkaklıklarından tiksinmediğini söyleyemezdi. Para merakları da vardı bir de... 
    Sağ tarafta dizili işçilerin canla başla kendi mezarlarını inşa etmek için harcadıkları boşa çabaya acıdı. Çoğunun kadını ve kızı Polonya'da genel evlere satılmıştı. Bir çoğunun ırzına geçmişlerdi. Tanrım, kaç tane bakire kızın kendi bölük arkadaşının altında ağlayarak kaybettiği gençliğine şahit olmuştu acaba? Kirden kararmış çarşaflar üzerinde kaç tane kızın gözyaşı kuruyup buhar olmuştu ki? Sayısı var mıydı? Ya da olmalı mıydı? 
    Şu kampın derinliklerinde bile Almanlar ne kadar çakır keyif, ne kadar iğrenç ve ne kadar acımasızdı. Çoğunu biliyordu, şahit oluyordu, emirler elinden geçiyordu ve imza atıyordu sadece. Bataklıkta çırpınmanın anlamı yoktu, eğer olaya bataklık gözüyle bakıyorsanız. Frederick pisliğe batmamakta dikkatliydi ama ahlak ve vicdan anlayışının harikuladeliğinden değildi bu. Fazlaca gurur, öz saygı ve kendini beğenmişlik yürürken bile kendini belli eden huylarıydı. Böyle bir ortamda öz saygı anlayışınız da değişiyordu ya, ne fark eder.

    "Eve yeni bir hizmetçi alacağım. Fazla güçlü kuvvetli bir şey olmasına gerek yok. Fazla çalışıyorlar galiba beyinleri durmuş. Hafif işçilerden daha becerikli, zekileri seçin. Burada zeki adama ihtiyacınız yok sanırım." Yolun ortasında durmuş, askerler ite kaka bir güruhu toplarken ortalıkta bağırıp koşuşturan mühendisi izliyordu. Kafası yeterince atıktı ve bu yüzünden o kadar bariz şekilde okunuyordu ki. Avatara bakmanız yeterliydi. 
    "Bunun derdi nedir? Git öğren dönüşte konuşacağım." Genç askerin tempolu koşuşuna baktı, hemen sonra çenesini kapatıp dert yakınmaya başlayan kadına. O an ilgisini kaybetmiş gibi pek önemli olan kendi meselesine döndü sadece. 
    Pek sık rastlanmayacak, özellikle savaş zamanı pek insanın üstünde göremeyeceğiniz kadar kaliteli deri eldiveninin parmaklarını teker teker çekerken uzaktan gelen kadınları dikkatle izliyordu. İnsanın yürüyüşünden bile ne mal olduğunu anlardı. Pek iç açıcı şeyler yoktu her zamanki gibi ya fazla gelişkin yalpalayan ahmak kadınlar, ya bir fırsat versen çenesiyle tüm orduyu canından bezdirecek cahil çingeneler ya da açlıktan olan potansiyeli de mahvolmuş ufak tefek cılız kızlar. Komutu veren asker sıraya geçmelerini emrettiğinde hepsi ipleri çekilmiş kuklalar gibi dimdik kesildi ve Frederick de pelerinin sağ kısmını geriye savurup ellerini daha serbestçe iki yanına saldı. Sol elinde çıkardığı iki eldiveni de tutmuş, başlarındaki bir askerden çok fikir alışverişine gelmiş kibar bir beyefendi gibi görünüyordu. Sırayı baştan sonra yürürken tüm kadınlara göz attı. Geçen ay evine aldığı hizmetçiyi çoğu biliyor olmalıydı ve yeni bir hizmetçiye ihtimal vermeyeceklerdi. Tabii onu vurdurttuğunu öğrendiklerinde- ya da yeni hizmetçi aradığını öğrendiklerinde her şartta o kadına ne olduğunu çakacaklardı ne fark ederdi ki... 
    "Ev çekip çevirme işlerinde tecrübeli olanınız var mı? Herhangi bir yerde daha önce hizmetçilik yapmış ya da anne olanınız?" Gözlerini bıkkınlıkla kırpıştırdı. Almancasını duyunca küçülen kadınların Polonya'lı olduğunu unutmuştu. Aynı cümleyi Lehçe tekrar etti ve hemen sonra daha yaşlı görünen kadınların çoğu el kaldırdı. "Hesap kitap işlerine ayıracak vaktim yok bu yüzden hem bunlardan, hem de okuma-yazma bilen birine ihtiyacım var. Zekanıza güvenmiyorsanız bilin ki el kaldırmak zorunda değilsiniz." Kalkan eller yavaş yavaş inerken hayal kırıklığı ve bıkkınlık da baş göstermişti adamda. Çok nitelikli birini aramıyordu sadece evini ambara ve parasını da olmayacak şeylere harcamayacak zeki biri. Fazla mı gelişkin yetilerdi bunlar? Ürkek ürkek kalkan tek eli görünce dikkati hemen o yöne çevrildi ve neşesi az buçuk yerine geldi belli etmese de. Uzun bacaklarıyla bir kaç adımda kızın yanına ulaşmıştı. Baştan ayağa bu cılız kadın/çocuk kırmasını incelerken fazla erken sevinip sevinmediğini düşünür olmuştu. Gözlerini bir an bile kızın gözlerinden ayırmadan bir süre baktı. Kocaman mavi gözleri çok güzeldi ama dehşet ifadesi bu güzelliği lekeleyip tuhaf bir ifadeye bırakmıştı. Pekala... "Adın nedir?" Kulak kabarttı ama sesi de bedeni kadar cılızdı. Biraz kulağını eğip tekrar sordu. "Duyamadım daha yüksek tekrarlar mısın?"
    İsmini öğrendikten sonra şapkasını bir kaç kez oynatıp saç köklerini eşelerken konuşmaya karar verdi merağını gizlemeden, aceleyle devam etti. 

    "Aynı zamanda evin temizlik ve yemek işlerinden de sorumlu olacaksın Dani- Daniella. İsmini doğru telaffuz ettim değil mi? -Fazla zor yemekler beklemem ama temizlik benim için mühim." Burnunu kırıştırıp hafif bir hoşlanmama ifadesiyle kızın sıkı sıkı sarındığı paçavrayı açtı ve yüzüyle ellerine baktı. İki tane kar tane titreyerek gün yüzüne çıkmıştı sanki. İnsanda hem acıma hem de tuhaf bir iştah uyandırıyordu. Çekinmeden işaret parmağına dokunup bir kaç saniye sıvazladı." Çalışmaktan oluşan nasırı hissedebiliyordu, onun haricinde kendi teninin örselenmeden kalmış yanı ne kadar pürüzsüzdü. Ama o başka bir şeye bakıyordu; kalem tutan bir eli tanımak zor olmasagerek... Her neyse onunla kıyaslandığında Frederick'in elleri bir kadın elinden daha güzel daha bakımlı ve daha parlak duruyordu. "Kişisel temizlik..." Yavaşça mırıldanırken saçlarına baktı bir kaç saniye. "Olmayacak şeyler değil. Pekala, zaten başkasının temizlikçisini istemem." Bir kaç adım geriye atıp Johan'ın adını gürledi. "Daniella yeni yardımcım, şu mühendisle konuşurken sen de onu jipe götür." "Sizin için öğlen yemeği hazırladık efendim. Hemen gidecek misiniz?" "Yarım saat kalırım, yine şu berbat çöplerinizden mi çıkaracaksınız bana." Burnundan nefes vererek gülerken Johan'ın koluna patpatladı. Gerçekten yemeklerine çöp demek haksızlık olurdu; çünkü bok gibi bir yemek zevki ve dikkatleri vardı. İki kilo alan Frederick'e lazım değildi öyle şeyler. 

    Tuhaf suratlı, enine yuvarlak Yahudi mühendisin yanına vardığında önden yollattığı askerle herhangi bir uzlaşmaya varılmadığını görmek canını sıkmıştı. Bir kaç teknik iş, olması gerekenler ve eğer eğer becerebilecekse yapıyı elindeki malzemeyle fazla fanteziye kaçmadan bitirmesi gereken laf anlamaz bir kadına çene yoruyordu. Mezun olduğu üniversiteyi sordu ilk. Whuu ne kadar uzun bir isim, neden çenesinin bu kadar düşük olduğu belliydi. "Johan, vur şunu." Anlamak için Almanca'ya ihtiyacı yoktu. Bu sihirli iki kelimeyi her duyan insan ne olduğunu anlardı. Lehçe yakarışlarını dinlerken tatlı bir sıcaklığın içinden çıkan pürüzsüz elini susmasını öğütleyerek kaldırdı. "Sssh." "Ama bu kadın mühendis. Ona ihtiyacımız olabilir efendim?" Emirleri sorgulamaktan çok bir an şaşalayan Johan'a devam etmesi için başını salladı ve ekledi hor görerek. "İyi eğitimli bir Yahudi ha? Ne kadar eğitilse de fazla bir şey bekleme. Böyle insanlarla uzalaşamazsın. Plana başta alınan karar gibi devam etsinler." 
    Metalik bir tık sesi ve sonra ateş alan silah. 
    Sadece bir saniye sürmüştü cesedin yüz üstü karlara düşmesi. 
    Sonrası daha huzurlu ve daha karanlık bir gün olarak devam etti. 

    Hayat bir tek Alman askerleri için olması gerektiği gibi ilerliyordu ve Frederick tatlı sıcaklığı geçince güzel ellerinin üşüdüğünü hissettiğinden hemen binanın içine girdi. Yanında bir sürü mola veren Alman askeriyle daracık koridorları geçip odasına çıkıyorlardı. Öğlen vakti olmasa kendisini rahatlatacak bir iki kadeh içerdi ama daha bekleyen çok işi vardı. Ah ve nerdeyse gözden kaçırıyordu -yarı boyunda olmasından dolayı olabilir- Yahudi kızı da kendileriyle beraberdi, doğru ya. 
    Frederick'in hemen solundaki daha bodur ve kalın sesli asker molanın etkisiyle fazla gevşemişti ve Yahudi kızının güzelliğini herkesten önce inceleme nezaketinde bulunuyordu. Koridorda yürürken hiç bir çekincesi olmadan -ki aslında zamanlama ve gülüşüne bakılırsa baya tecrübeliydi- küt parmaklarını acımasızca kızın kalçalarına, oradan da en mahrem yerine kadar geçirdi ve sıkabildiği kadar sıkıştırdı. Aldığı korku ve acı dolu geri bildirimle neşesi iyice yerine gelince kahkahayı bastı. 
    "Şu orospuya bakın daha önce bunu siken olamamış mı? ÇOK İLGİİİİNÇ! Amcığı da neredeyse parmağım kadar ufak fksjff Viyaklama be rahat dur! Gören de tek sende var sanıcak." Kocaman alman penisini kızın dibine kadar yanaştırıp çok gereksiz tecrübelerini anlatmaya neredeyse başlıyordu ki odasının kapısını açmak için duran Frederick kızı sağ yanına geçirip adamdan uzaklaştırdı ve tıslarcasına güldü. "Siktir git Albert, görev başında değilim ama gerçekten hiç çekilmiyorsun. Gidip piçlerine bak bakalım Almanlaştırma deneyleri nasıl gidiyor." "O Yahudi olacak fahişeyi mi koruyorsun bir de, yapmaaa. Eve götürünce sanki sen becermeyeceksin." Sol elini kışkışlarcasına sallayan Frederick başını iki yana salladı. Yorum yok, sadece güldü. "Evimin bir malı ve penisini evimdeki herhangi bir eşyaya sürmene izin vermem. Böyle düşün işte. Hadi kaybol şimdi ve yemeğimi getirsinler söyle fazla vaktim yok." Hem nezaketen hem de az buçuk baş gösteren bir koruma iç güdüsüyle kızı önden odaya soktu ardından Johan ve bir kaç yakın dostuyla içeri girdi. Masa üstünde parıldayan evraklar yoktu sadece haftaya yapılacak operasyonlarla ilgili ön hazırlıklar falan. Pelerinini omzundan alan adama şapkasını da verip koltuğuna gevşeyen bir kedi gibi yayılırken üşüyen ayak tabanlarını sıcak sobaya doğru uzattı. Kapının dibinde yetim çocuk portresinde duran kıza bir on saniye baktıktan hemen sonra ayaklarının dibindeki sıcak yere çağırdı. "Geç otur. Daha buradayız." 

    Yaklaşık on beş dakika süren erkek geyiği işte, özetlenecek bir şey yok, özetlenebilecek kadar iç açıcı detaylar da yok. Kapı çalıp yemeği geldiğinde pek de iştahla göz atmamıştı şimdi tabağa... Bol kalorili bir yığın işte şaka yapıyor gibi bir de ekmek koymuşlardı. Sütü, bıçağı ve elmayı alıp masasının üstüne koyduktan sonra tabağı hala paçavralarının içinde oturan, cılızlıktan ölen kıza uzattı. Askerler ilk garipsemişti, onlara göre güzel bir kap yemek çöpe dökülüyordu. Bardaktan bir kaç yudum alıp midesini bastırınca asabiyeti de çökmüştü. Bakışları iyice hissedince tabağı ve bir kaç yudum aldığı sütü kızın ellerinde bırakıp geriye yaslandı tekrar ve elmayı soymaya başladı. "Bundan önce aldığım beyinsiz kadın sanki evim erzak deposuymuş gibi her şeyden beş teneke aldırtmış. Ömrümüz boyunca uğraşsak bitiremeyiz onları. Hala evden küflü yiyecekler atıyorum. Ve şimdi bu sıska kızı eve götürdüğümde yiyecek hiçbir şey yok." Biraz durup alakasızca aklına gelen şeyle güldü. "İki kilo almışım inanabiliyor musun? O kadar dikkat ettim üstelik." Hınçla dolu sert bir hareketle elmayı böldü ve ısırdı. Askerler kahkaha atarken birer sigara yaktılar. "Kaltağın geldiği yerde onların ne olduğunu bilen var mıydı acaba? Ayrıca o kadar da dikkat etmedin Frederick, geçen ayı baya iyi geçirdin... Helga hala yakanda mı? Bence Polonya açmaz onu. Hem kızları güzel, hem de fazla cansız bir ülke." Çaktırmadan Daniella'nın tabağı tutan beyaz ellerine ve sonra yüzüne bakıp iç çekti. Cidden güzellerdi ve Frederick şanslı itin tekiydi. [color:f80c=858282]"Orospuları küçümseme lütfen, en azından yetenekli olanları. Vatanından ayrı kalmadın galiba hiç sen? Ve evet geçen ay. Helga iyi ki yurt dışına çıktı, bilmiyorum onunla ne halt edeceğim." Arsızca güldü. En son ziyaret ettiği klüp hakkında konuşmaya devam ederlerken bile cebindeki saati kontrol ediyordu. Jipi fazla bekletmeyi sevmiyordu, bir an önce eve gidip ayaklarını uzatmalı ve biraz dinlenmeliydi. Köpek gibi çalışmasını es geçersek bu gün biraz dinlenebileceği nadir bir akşam üstü vardı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Daniella Weisz
Doberman'ın Seksi Kedisi
Doberman'ın Seksi Kedisi
Daniella Weisz


Mesaj Sayısı : 20
Kayıt tarihi : 24/03/13

Hiraeth Empty
MesajKonu: Geri: Hiraeth   Hiraeth EmptyC.tesi Haz. 15, 2013 3:34 am


    Oturdugu yerden kalkmasini saglayacak bir gelisme olmamisti henuz, hem biraz hareketsiz kalinca titremek bile buyuk, yorucu bir is gibi gelmeye baslamisti. Buz gibi kis ruzgarina aldiramayacak kadar bitik sekilde egdigi basini ellerinin arasina aldi. Yaglanacak kadar besin almamis kuru ve sagliksiz saclarini minciklayip soguk islakliklarinin elinin aciyan kismina gelmesini sagladi. Gun icinde en fazla bir iki kez yaptigi rahatlamis bir nefes vermeyle birlikte hissettigi aci daha cok siziya donmustu. Ellerini indirip montuna sildi kan izi cikacak mi gormek icin. Gorusu kar ve bir hevesle girdigi su moladaki mayismislik hissinden dolayi bulandigindan emin olamamisti. Rahatlatici bir sey degildi bu, biraz daha burada durursa hipotermiye kosar adimlarla gidecekti. Ara sira ustune gelen hastalik halinden oturu aciyan bogaziyla yutkundu. Bazi konularda vucudu gorundugunden daha direncli olmasaydi simdiye kesin sacma sapan bir soguk alginligindan olup gitmisti.
    Asker sayisi artacak gibi olunca yerinden kalkip baska bir tasima isine dogru giden kadinlarin sirasina ortadan girdi. Su oturma olayi bacaklarini iyice uyusturdugundan karin ustunde sekmek zorlasmisti, bir kac kez dusecek gibi olduysa da giydiklerinin daha da mnakoymak istemediginden insanustu bir cabayla ayakta kalmayi basardi. Gelen askerlerin gunlerdir gozune batan muhendis kadina dogru ilerledigini gordu goz ucuyla. Her ne kadar kendi basinayken kadina pek bir sempati duymadiysa da simdi basina kotu bir seyler gelecegini hissettiginden kalbi sikismisti. Gozunu insaatin oldugu yerden ayiramayarak yurudu ve kadinlarin durdugunu farkedince kendi de birine carpmadan oldugu yerde dengesizce dikildi. Havanin ugultusu ve insanlarin sesleri arasinda duyulmayacak sekilde agzini acmadan bogazini temizledi. Biri araya zimpara koymus gibi hissettiriyordu bogazi, sicak bir seyler icmek istiyordu.
    Gorusunu netlestirmek icin gozlerini kirpistirip dikilip onlari inceleyen yuksek rutbeli oldugunu tahmin ettigi askere bakti- ya da onun oldugu yerlere diyelim, zira henuz nazilerin yuzune bakacak cesareti bulmus degildi. Boku bokuna vurulma sebebi olabilirdi, hic gerek yoktu cidden. Tanidik bir adamdi, burada bagirip cagiran keriz tiplere gore bayagi bir yuksek rutbeli olabilirdi ama bu zihniyet acisindan farkli oldugunu gostermezdi. Bir sure once gelip bir kadini alip goturen tip olabilir miydi? Daniella gozlerini biraz otedeki kara dikip dusundu bir an. Butun askerler birbirine benziyordu ona gore ama evet, olabilirdi. Her neyse en azindan eldivenleri guzeldi, Daniella caktirmadan onlari kesmeyi tercih etti. Ne de olsa hizmetcilikle isi yoktu ve gelecek hayalleri savasta bir donum noktasi olmadikca burada curuyup gitmekten ibaretti. Almanca konustugunu duyunca gozlerini sikkinlikla yine kara cevirdi. Almancadan tahminlerini dogrulayan birkac kelime secmisti bu da buradaki olayin kendisini ilgilendirmedigini gosteriyordu. Kara bakarak uykuya dalacakmis gibi derin derin nefesler almaya basladi, kampta bir baska normal gun. Cumle tekrarlaninca goz ucuyla siraya bakti ve evet cogunun elinin kalktigini gorebiliyordu, eh gitsinlerdi bakalim. Herkes kampin yakinindaki epik asker evlerinde kalmayi isterdi, yemek ve yatak ve soguktan adam gibi koruyan duvarlar. Her yastan Yahudinin ruyasi. Adam Lehce konusmaya devam etti- ki simdiye kadar farketmemisti ama bu da yeterince sasirtici bir gelismeydi- ve daha cok kendisini ilgilendiren bir soru sordu. Biraz daha enerjisi olsaydi kesin yerinden ziplamisti. Yalan soylemekte ya da genel olarak cakallikta pek basarili bir insan olmadigindan olayin nereye gidecegini bilmeden elini kaldirdi. Acikcasi orospu yapilacak bir tip olmadigini umuyordu, o eve giden kadinlarin kaderini bilmek o kadar da zor degildi cunku. Elini kaldirmisken bir yandan da birkac kez yutkundu sesini toparlayabilmek icin- kahretsin tek kisi o muydu? Ne kadar ezik gorundugunu tahmin bile edemezdi, Alman piclerinin hosuna gidiyordu muhtemelen. Burada sirti dik duranlara -bkz. muhendis kadin- iyi gozle bakilmiyordu. 
    Iste, Daniella basina ne is aldiginin farkinda degildi ama geliyordu. Gozleri uniformasiyla yuzu arasinda gidip geldi ve adam ona baktigina gore karsilik vermek en dogrusu olurdu herhalde. Yuzundeki endiseyi ve korkuyu silmeye calisarak olabildigince notr kalmaya calisti- bu soguk altinda ne kadar normal durabilirse o kadar normal duruyordu. "Daniella Weisz." dedi sesini bir tek kendisinin duydugundan suphelenerek. Gun icinde pek konusmamaya alismisti kendisi de ses telleri de. Gerilerek bogazini temizledi. Nazi standartlarina gore kibar bir adamdi aslinda ama en cok onlardan korkmak gerekiyordu herhalde. 'Belki seni yataga atmak istedigindendir' diye tislayan ic sesi sagolsun bu dusuncenin de pek teselli edici etkisi olmamisti tabii... "Daniella Weisz." Aksani kendi kulaklarina bile tuhaf gelmisti butun gun Almanca bagirislarin arasinda kalip kendi dilinde pek iletisim kurmayinca. Ve ahaha... haha. Adam yemek demisti, Daniella iki gunden fazla yasamayacagina emindi. Adina dair suphelerine karsi soyledigi hafif onaylama da cumlenin icinde bir yerlerde kaybolmustu. Aslinda Almanlarin L'lerini sikecekti, adini gayet kotu okuyorlardi genel olarak ama oturup da insanlara bunu aciklamayacakti. Kendisi de soyadini telaffuz etmede bir dunya markasi sayilmazdi sonucta, ha bir de adamlarin herhangi bir hoslanmayacaklari cevapta beynine bir kursun yerlestirebilme ihtimalleri vardi, o da onemli bir detaydi. Devamini bir sey demeden dinledi, kumasi acinca kacmak istemedigini soylese yalan olurdu. Bir an gerginlikten nefes almasi zorlasmisti ve ifadesiz dudaklarinin arkasinda dislerini gicirdatirken gozlerine pek bir sey yansitmadigini umuyordu. Eli sicacikti nazi itinin. Belki universitesinin sicak amfisinden koparilmasaydi kendisi de bu rahatlikta olabilirdi. Tekrar yutkundu temizlik lafini duyunca, su siralar sicak ve temiz bir suyun altina girmek icin cocugunu kesebilecek durumdaydi, ic sesi atarlanamamisti bile adama, o derece.
    Biraz gerileyince neredeyse terkedilmis hissedecekti henuz hicbir seyden emin olamadigi icin. Vazgecmis olabilir miydi? Olabilirdi. Random naziye seslenince o da hafifce yerinden sicradi. Insanlar asker olunca normal tonda konusamiyor muydu? Uzaktakine kibarca seslenilmiyor muydu? Erkeklere ozel bir sey miydi acaba? Sorular, sorular, besinsizlikten beyni erimeye baslamis olabilirdi. 
    Yuksek-rutbeli-adam insaata yol alirken bagrindigi Alman kendisini baska bir yere goturuyordu- konusmaya pek dikkat etmedigi icin cumleleri algilayamamisti zira muhendis kadin hakkinda ciddi endiseleri vardi. Kisisel degil, kamptakilerin birbirleriyle duygusal bag kurmaktan daha muhim isleri vardi -hayatta kalmak gibi- ama kadin hakkinda cidden endiseleniyordu, basina kotu bir sey gelecek herhangi biri hakkinda nasil endiseleniyorsa. Fiziksel bir seymis gibi icinin ezildigini hissetti, ruh hastasi Almanlar onu da oldurecekti simdi ne ise yaradigina, yoklugunun bir seyleri daha da boka batiracagina aldirmadan. Yahudilerin yaptigi isin onemi kimin umrundaydi sonucta... Basini cevirdi ve silah sesini duydugu an gozlerini sikica yumdu. Buna ragmen adimlarinin aksamamasi artik bu sese ne kadar alistiginin isaretiydi belki de. Hem kendi tahminlerinin aksine Almanlarin yahudilere- en azindan genc ve fazla cirkin olmayan kadinlara- dokunmaktan pek cekinmedigini anlamisti ve bir asker tarafindan suruklenmek istemiyordu. Dogru duzgun yururse buna gerek kalmazdi belki.
    Sicak bir binaya girmeyeli ne kadar zaman olmustu hatirlamiyordu ama etrafin kendi turunu oldurmeyi gorev edinmis koca koca adamlarla kaynadigini goz ardi ederse gayet rahatlatici bir seydi. Bir suru yirticinin icindeki tek otobur gibi hissetmenin dayanilmaz hafifligi... Gozlerini indirmis parlak botlarin gezindigi koridoru incelediginden tam bir Alman tipli askerin neye davrandigini gorememisti bile. Elini hissettigi an hem aci hem de ne oldugunu algilayamamanin sokuyla catlak sesli kisa bir ciglik atti. Ne enerjisi ne de yeterince verimli ses telleri olmadigindan daha yuksek veya uzun suren bir ses cikarip birilerinin sinirlerini bozmadigina daha sonra sukredebilirdi. Yine de anlik olarak refleksleri kafaya kursun yememekten cok daha basit seylere indirgendiginden tifil vucudunun tum gucuyle debelenmesi kendi elinde olan bir sey degildi. Bacaklarini sikica kapamaya calisti ama rahatsiz edici canini yakan el hala ordaydi ve kaslarini oyle bir germisti ki acisi yetmezmis gibi bir de anlik bir krampla bogustu. Ne oldugunu cidden anlamamisti ve kulagina calan Almanca defalarca duydugu tanimadigi bilmemkac yahudinin olum emrinden kat kat daha korkunctu o an. Edebilse Lehce kufrederdi ama agzindan herhangi bir kelime cikmiyordu korkudan delirmis gibi cirlayisi disinda.
    Daha az once gordugu yuzu bile taniyamamisti ama uzun adam kendisini diger tarafa gecirince zor duyulur bir rahatlama sesi cikardi. Daha cok acinasi bir yarali hayvanin uzaklasirken cikardigi viyklama gibiydi ama o rahatlamisti iste, kisa sureli bir soktaydi ama kurtulmustu. Sesinin duyulmayacak kadar paslanmasina hic bu kadar sevinmemisti. Acidan ve utanctan yasaran gozlerini kirpistirip dusurmemeye kararli oldugu gozyaslarini kirpiklerinde dagitti. Burnunu cekerek ustunu basini duzeltmeye calisiyordu ama titreyen elleriyle hic kolay degildi- zaten gayet pespaye gorundugunden cok da dagilmamisti ama ona oyle geliyordu iste. En cok da bacaklari titriyordu ama. Az once gecen konusmanin en azindan son parcalarini geriye sarip algilamaya calisirken Almanca bilgisinin onu yaniltmasini o kadar cok istiyordu ki. Ama hayir, babasi kufurbaz adamdi ve Daniella bazi kelimeleri nerede duysa anlardi. Ic sesi hanimefendilere yakismayacak kufurlerden girip beddualardan cikarken Dani korkuyla yasama sevincinin olmesi arasi bir seyler hissederek adamin suratina bakti. Onun baska yere baktigindan emin olarak tabi... Nazilerin arasindan iyi adamlarin cikmasini isterdi, cidden isterdi ama umutlari yeserecek durumda degildi. Birilerinin fahisesi olmak istemiyordu. Yani pekala- calisma kampina gelip bir deri bir kemik cani cikana kadar calismayi da istememisti ama birilerinin fahisesi olmayi cidden istemiyordu. Kapinin kenarinda dikildigi yerde tekrar uykuya dalar gibi nefesleri yavaslamisti fazla derin dusunmekten. Rahatlatamadigi bacaklariyla kendi icinde kabuslara daldigi soylenebilirdi en azindan. Adamin sapkasini falan cikarmasini izledi pek bir ifade gozlenmeyen yorgun gozleriyle. Artik fiziksel olmayan sebeplerle titriyordu ve zaten beyaz olan ten rengi bir de renginin atmasiyla iyice fena bir tona donmustu. Kampta en azindan basina ne gelecegini az cok biliyordu- olasiliklar dahilinde cilki cikana kadar calismak veya bir sekilde vurulmak vardi. Ama askerlerle fazla bas goz olunca... Iy. Kamptaki Yahudi erkeklerinin hicbisi sikini dusunecek durumda degildi ama Almanlara rahat batiyordu herhalde. O kadar Alman kizi varken... cidden.
    Adamin sesiyle irkilip fiti fiti yuruyerek dedigi yere gecti. Aha- daha binanin deli gibi ruzgar esen karli bir yer olmadigi gercegine alismaya calisirken bir de soba yani mutluluktan aglamasina sebep olacakti nerdeyse. Bir sure icin endiselenmeye ara verip sirf isinmanin guzelligine odaklanmaya karar verdi, Almanca konusmalara bir sure kulak kabartsa da havlanan emirlerden daha uzun cumleleri anlamak hem caba istiyordu hem de kirici olmak istemezdi ama adamlarin muhabbeti cidden ilginc degildi. Karla islanmis saclarinin kuruyup hafifce dalgalandigini gordu ve kalitesiz cizmelerinin icindeki ayaklarinin sonunda biraz isindigini hissetti. Nefesleri bu sefer yeterince beslenmemis vucudunu fazla alengirli dusuncelerle zorladigindan degil de oturup isindigindan yavaslamisti. Mayisiyordu saka maka. Oldugu yerde biraz daha buzuldu caktirmadan. Vucuduna bakan biri aman nasil da urkmus cucuk kiz diye dusunebilirdi ama- dogruluk payi gayet fazla olsa da- sobayi izleyen gozlerinde pek de bir zayiflik belirtisi yoktu, olabildigi kadar ifadesizdi. Almancanin ninni etkisi yapabilecegini dusunmezdi acikcasi hele hele askerlerin höt höt sesiyleyken. O an icin panik icinde hareket edecek bir durum olmadigindan uykulu bir kedi gibi gozlerini yavas yavas acip kapiyordu. Yavas yavas nefes almasi da eklenince acik gozleri disinda gayet uyuyor gibiydi aslinda. Kapinin tekrar acildigini duyunca cabuk cabuk isinmis avuclariyla gozlerini ovusturdu. Sicak yemek kokusu, vay... Gozlerini tekrar sobaya cevirdi, bu sahneye dayanamayacakti cidden. Ajite etmek istemezdi ama aylar boyu basit ihtiyaclarinin bile alinmasi her bir dakika daha da koyuyordu. Adamin evine gidince degisecek bir sey olacak miydi bilmiyordu ama... Eh olsun daha yarim saat gecmeden kamp hayatinin boktanligini daha da idrak etmisti.
    Adam tabagi kendisine uzatinca -Evet ona, evet ona!- inanamamis gibi bir an duraksasa da hafif buyuyen gozleriyle cok beklemeden yemegi almisti eline. Et bile vardi bunda. Bir de sicakti. Sicak oldugunu soylemis miydi? Eger her yaptigiyla tasak gecebilecek bir grup adamin arasinda olmasaydi belki acliktan geberirken yemek verilen her insan gibi insanliktan cikmis sekilde yiyebilirdi ama eh- onun yerine ince eline aldigi catalla yemegi biraz didikleyip ufak bir parcayi agzina atti. Kampta yemek formati lapa ya da joleden ibaret oldugundan aliskin olmadigi adam gibi yemek maddesine tepkisi asagi yukari soyleydi. Hayvanlik yapmasa da hizli hizli yemeye devam etti- midesinin hala itiraz cigliklari atmamasina sasirmisti acikcasi. Aniden fazla yuklemeden kusmayacagini umuyordu, vucudu bunun degerini bilemeyecek kadar keriz olamazdi sonucta.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frederick Miller
Doberman
Doberman
Frederick Miller


Mesaj Sayısı : 40
Kayıt tarihi : 22/05/13
Milliyet : Alman
Doğum Yeri : Frankfurt
Yaşadığı Yer : Kampa sırtını ver yüz metre go go go. Kime sorsan bilir-di. Şimdilerde bir önemi yok

Hiraeth Empty
MesajKonu: Geri: Hiraeth   Hiraeth EmptySalı Haz. 25, 2013 2:27 pm



    Camdan içeriye yansıyan ışık ağır ağır gücünü kaybederken, tek hissettiği şey huzursuzluktu. Ayak tabanları tatlı sıcaklık evresini de aşıp iyice ısınmaya başladığında hissettiği huzursuzluk bir nebze daha da artmıştı. Kullanılmaktan çatlamış deri koltuğun üstüne atılan kalın post poposunu bu soğuk havada sıcak tutup barındığı odaya onu bağlasa da evinin sıcaklığını hiçbir şartta tutmazdı tabii. 
    Huzursuzlanan Frederick demek artık sohbet etmek istemeyen ve civarında dolanılmaması gereken Frederick'tir. Gerçekten şımarık bir alman piçi olduğundan değil ama Frederick'ler tıpkı dobermannlar gibi doğaları gereği saldırgan insanlardı, yapacak bir şey yoktu işte. 
    Elmayı keserken, bıçağı daha da zorladıkça tunç bir vazo üstüne süslenen mavi bir yaprağın damarları gibi beliriyordu elinin damarları. Bu eller ve devamında kollarıyla pazuları neleri kesip biçerken aynı güzel görüntüyü sergilememişti ki? Ağzını tatlandıran yeni bir ısırık alırken yemeği tırtıklayan Yahudi kızını izliyordu. Daha ne kadar çatal kullanacaktı acaba? Gözlerini biraz kısıp kendini onun yerine koydu da... Kadınlar her şartta kadındı işte, omuz silkip kendi aralarında kısık sesle konuşan adamlardan birine gelişi güzel seslendi. "Jipi hazırlasınlar birazdan çıkacağız." Beraber, gidiyoruz, buradan, uzaklara. Evet, evet sen. Gözlerini kıza acele etmeyisini emredercesine dikti. Tanrım, bana hayatın anlamını sorarcasına bakma da önündeki yemeği hemen bitir. Pekala biraz yumuşak davranmanın bir zararı olmazdı hele biraz önce yediği parmağı düşünürsek acınası haldeki durumu gittikçe kötüleşiyordu. Endişeler endişeler... Belki biraz düzgün beslenirse toparlardı. Evinin bir odasında hastalık ve zayıflıktan ölmesini falan hiç hiç hiç istemiyordu. En azından işe yarar, sessiz birini bulduğu şu dakikadan sonra. Muhtaçlık kötüydü, muhtaç olmaktan ve hatta öyle hissetmekten nefret ederdi. Frederick bir çok histen nefret ederdi zaten ama o bu rp'nin konusu değil.
    Güzel, adam odaya geldikten sonra kendisi de hazırlanana kadar tabak çoktan silinip süpürülmüştü. Şöyle bir bakınca kızın yüzüne renk geldiğini de görebiliyordu. İyi, iyi. Şimdi tek derdi karın daha da hızlanıp hızlanmayacağıydı. Yolların kapanması işleri geciktiriyordu ve Yahudiler, Tanrı'nın sevgili kulları daha ne kadar işe yarayabilirdi ki? 
    Şapkasını başına oturtmadan evvel düzgünce kesilmiş saçlarını eliyle taradı ve pelerinini omzuna bırakmak için izin isteyen adama yolu açtı. Neredeyse tamamdı işte, dosyaların çoğu çantasındaydı ve eldivenlerini de ağır ağır giyerken kapıdan gecikmek istemezmiş gibi çıktı. Johan sert bir tekrarla Yahudi kıza acele edip Frederick'i takip etmesi için bağırdı. 
    Doğru ya, Danielle- dudaklarını büzüştürüp biraz durdu. Kızı unutuyordu neredeyse. Kısa bir adımla geriye dönüp Johan'ın kulağına fısıldadı. Yemekten kurtarmışken sıska çocuk kırması kızın bir de soğuktan hasta olmasına hiç gerek yoktu. Johan'ın omzundan geriye bakıp kızı kalabalığın içinde bir nokta misali seçtikten sonra kısa bir seslenmeyle yanına çağırdı. "O üstündeki paçavraları at, artık ihtiyacın yok..." Bir an gözlerini gülmesini önlemek için kırpıştırıp düzeltti. "Elbisen kalsın tabii..." Tamam Danielle için komik olmayabilirdi ama insanların -Yahudiler'e özel değil- korkudan aldığı komutun etkisiyle neler yaptığını görmüştü yani... Olur ya çıkarıverir... Iy yeryüzünde kadın kalmasa belki onu çıplak görmek isteyebilirdi ama şimdi değil, kesinlikle değil.
    Yakasındaki düğmeyi ipinden çözüp pelerini tek omzuna, oradan da eline geçirdi. Suratını ve icra ettiği mesleği bilmeseniz gayet lovely daddy portresine uyabilirdi, ama uymuyordu. "Pek sık yaptığım bir şey değildir. Bunu ayrıcalık olarak görmen de aptallık olur, biliyorsun değil mi?" Bilmiyorsa bir kaç tahtası eksik olmalıydı zaten ve her şeye benzeyebilirdi ama deliye asla. Pelerini çarçabuk kızın başının üstünden geçirdi. "Soğuktan donmanı ya da hasta olmanı istemiyorum." Tüm pelerin kızı kocaman bir yorgan gibi kuşatmıştı. Ek olarak kendi özel hayatında düşünceli bir insandı ne de olsa. "Bana emanet edilen şeylere iyi bakarım." Ve neredeyse kibar da. Düğmeyi ilikledi ve koluna acele etmesi için patpatladı. Bir Yahudi'ye gösterilebilecek en büyük ihtimamı göstermişti. Ne derler sizin orada? Hadi yine kaptın pelerini köfte.

    Jipe geçtiklerinde kar biraz daha hızlanmıştı ama yolları kapatacak kadar inatla yağmıyordu. Sevindirici bir gelişme. Kavşağı döndükten sonra güzelim evini görmek sevinçten ağlatacak kadar müthiş bir histi. Şimdiden vücudundaki her kasın isyan çığlıkları attığını ve artık biraz uyu diye beyninin kendisine baskı yaptığını hissediyordu. Arabadan inip eve girdikten sonra artık tamamen iki kişiydiler ve normalde garipsenecek bir durum olmasına rağmen Frederick rahat görünüyordu. Çantayı bir köşeye, paltosunu başka bir köşeye, şapkasını da rastgele askıya atarken hiçbir şey düşünmüyor gibiydi. Artık arkasını toplamada güvenecek biri vardı ve düzen manyaklığına bir kaç saatliğine son vermezse tüm vücudu iflas edecekti. "Bilmen gerekenleri ve evin düzenini şimdi anlatamayacağım çok yorgunum. Gidip dinlenebilirsin,  ama bence eve pire yaymadan evvel yıkanmalısın. Odan koridorun sonundaki, anahtarı da içeride. Dolapta kendine göre elbise bulabilir misin bilmiyorum..." Elbise var mıydı ki dolapta onu bile bilmiyordu. Pfft bu kadını giydirmek lazımdı ama bu kısımları hiç düşünmemişti. Ölen kadınınkileri attırmasaydı keşke lol.

    Salona geçip favori koltuğuna yayılırken ayaklarını sehpanın üzerine attı. Şapka yüzünden basılan saçlarını düzeltirken ayakkabılarını birbirine çarptı yavaşça. "Şunları çıkar."  Cici ayakları tüm gün koşuşturma ve ayakta durmak yüzünden zonklamaya başlayalı kim bilir kaç saat geçmişti. For God's Sake. Danielle'nin minik güzel elleri umuyordu ki yeteri kadar maharetliydi. ; )))

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Daniella Weisz
Doberman'ın Seksi Kedisi
Doberman'ın Seksi Kedisi
Daniella Weisz


Mesaj Sayısı : 20
Kayıt tarihi : 24/03/13

Hiraeth Empty
MesajKonu: Geri: Hiraeth   Hiraeth EmptyÇarş. Tem. 03, 2013 10:43 am

Spoiler:
Kampta da etrafı merakla inceleyen bir tip değildi ama şuan bu kadar askerin arasında gözlerini önünden ayırmamakta level atlamıştı. Yakalanıp buraya getirilmesinden beri bir Almana bu kadar yaklaşmış bile değildi, kampta emirleri dinleyip işini yapmaya koşuşturduğun sürece şanslıysan fazla iletişim kurmak zorunda kalmıyordun sonuçta. Tüm yorgunluğuna ve savaş ortasında kalmışlığın getirdiği hayattan soğumasına rağmen askerlerin yüzünü incelemek istemiyor değildi. Kulaklarını dikelterek etraftakileri bir yere kadar algılayabiliyordu sonuçta, çoğunun oldukça sığ tipler olduğuna ve kamptan alınmasının hayırlı işlere vesile olmayacağına emin olmasına rağmen merakına engel olamıyordu. Yemeğin sonuna yaklaşmışken evine gideceği askerin sesiyle irkildi- en azından yerinden zıplamıyordu artık. Elinde kaşıkla bir an bakakaldıktan sonra önüne dönüp biraz daha hızlanarak bitirebileceği kadarını bitirdi- ki bu küçük sayılamayacak bir tabaktaki bol kalorili bir yemek olduğuna göre fena iş yapmamıştı. Dalgın dalgın dudaklarını yaladı, keşke tatlı da olsaydı.
Anlaşılan yemeği bitirmesi gidiş zamanlarına kıl payıyla yetişmişti ve midesiyle gurur duyuyordu açıkçası. En son ne zaman tok hissettiğini hatırlamıyordu ve oldukça güzel bir histi. Adamın peşinden ilerlerken yanlarında dolanan bir başka adamın bağırışıyla yutkunup hızlandı. Henüz korkacak bir şey var mıydı yok muydu emin değildi ama eve girene kadar en azından başına bir şeyler gelmeyeceğini umuyordu. Yüksek rütbeli adam onu seçtiyse yardımcıları ve tırt askerler zarar veremezdi değil mi ona? Evet, mantıklıydı. Tanrım, bugün hayatında olmadığı kadar çok muhatap olmuştu Almanlarla. Çağırılınca bir an yerinde araba farı görmüş geyik gibi durup fıtı fıtı adamın yanına koştu. İsmini söylemiş miydi hatırlamıyordu- söylememişti ama konuşma arasında duymuş olabilirdi, her neyse kullanacak değildi ya. Bilmesine de o kadar gerek yoktu. Emri duyduğunda bir an gözlerini kırpıştırdı. ‘‘Ne.’’ Dedi düz bir sesle, refleksmiş gibi. Zaten duyulduğunu sanmıyordu ve konuşmanın devamı daha iç açıcıydı tabii, dalga geçilmesinden hoşlanmasa da. Yediği yemekten ötürü kızarma yetisini geri kazanmış olabilirdi bir de, lanet olsun. Battaniyeyi ve altındaki palto demeye bin şahit isteyecek keçeye dönmüş şeyi çıkarıp dertop ederek kucağına bastırdı ne olacağını kısa bir süre merak ederek. Pelerinini çözerken bu kadar güzel bir şey yapacağına henüz inanamamış gibi boş boş baktı. Üstüne geçirince de eh- bir an boğulacak gibi hissetmişti ama kötü bir his değildi, bu kadar sıcak olmayı unuttuğundandı daha çok. Şaşırmıştı ve bu ifadesine de az çok yansıyordu, aralanmış dudaklarını kapayıp güçlendiğini umduğunu sesini toparladı. Diğer askerlerin ona dokunmaması dışında herhangi bir ayrıcalık isteyecek halde değildi zaten o an, lütfen… ‘‘Teşekkürler.‘’ dedi sonuna soru işareti eklememek için kendini zor tutarak, cidden ilginç bir şeydi ama. Efendim falan diye eklemesi gerekiyor muydu bilmiyordu, daha önce askerlerle karşılıklı bir konuşma içine girmediğinden- uyarılmadıkça bu dalkavukluk ya da eziklik gibi olur gibi geliyordu ama ona.
Pelerin ağır ve sıcaktı ve adamla aralarındaki cüsse farkından dolayı üstünde komik derecede büyük duruyordu, yürürken kendi ayaklarını görememek tuhaftı. Tekrar önüne baktı, kendisi için yapılan ‘şey’ vurgusu hissettiği tatlı şaşkınlığın yerini çok daha soğuk ve ürkütücü duygulara bırakmıştı ama korkmanın sırası değildi. Başına kim bilir neler gelecekti, şimdi korkarsa işi zordu. Rahat jip koltuğunda olabildiğince az yer kaplamaya çalışıyordu, öyle ki üstündeki kumaşın içinde kaybolacaktı nerdeyse. Pencereden dışarı bakacak kadar meraklı hissetmiyordu artık, göz ucuyla gelip geçen karlı yerlere baktı. Karşılaştıkları ilk adam gibi bina- kendisi gibi Yahudilerin yaptıkları o beton yığınlarından farklı hani- muhtemelen artık kalacağı yerdi.
Eve girdiği anda adam yüklerini atarken hemen şaşkınlığını bırakıp görev bilincini edinmişti. Rastgele yerlere atılan şeyleri kendisine göre düzelttikten sonra söylediklerini dinledi - ilginç ama şaşırmadan ya da irkilmeden. ‘‘Pireli değilim ben.’’ dedi kaşlarını hafifçe çatarak, hakarete uğramış gibi bir ifadeyle. Sinirlenmekten uzaktı tabii Nazilere sinirlenmenin sonu pek hoş değildi malum, bir de banyo düşüncesi tahmin edemeyeceği kadar güzeldi ve buna olumsuz tepki vermek aptallık olurdu. Ama cidden pireli değildi… Yani öyle düşünüyordu. Giyecek kısmı kaygıyla dişlerini hafifçe gıcırdatmasına sebep olmuştu. Endişe vericiydi evet… ‘‘Dolaba bakacağım.’’ dedi alçak sesle, kendi kendine gibi. Kendine uygun temiz bir kıyafet bulursa bayram edip eskilerini yakardı ama öbür türlü ne yapacaktı hiçbir fikri yoktu.
Pelerini üstünden zorlukla atıp astıktan sonra bir an boşluğa düştü. Henüz gitmemesi gerektiğini hissettiğinden olduğu yerde bir süre dikildikten sonra adamı takip etti. Etrafın zararlı askerlerle çevrili olduğu bir saati bile aşıp aşmadığı belli olmayan zamanda edindiği adamın kuyruğu olma alışkanlığını üzerinden atamamıştı. Özellikle saldırgan olan malum askeri aklına getirmek bile utançtan midesinin bulanmasına sebep oluyordu ama o gitmişti, şimdi korkması gereken kişi sayısı teke inmişti en azından. Dediğini duyduğunda yanına yaklaşıp bir an tereddüt ettikten sonra sehpanın yanında diz çöktü. Kaskatı olmasına alıştığı ellerinin ısınınca ne kadar rahat hareket ettiğine kendi de şaşarak çabuk, becerikli hareketlerle bağcıkları çözüp ağır botları çıkardı. Ufak ellerinin yanında o kadar alakasız duruyordu ki savaş kıyafetleri. Ayağa kalkıp ayakkabıları olması gereken yerlere koyduktan sonra tekrar salona ilerledi ne yapacağını bilemeyerek. ‘‘Banyoya gidebilir miyim şimdi?’’ diye sordu- sırf zamanı doğrulamak için demişti aslında ama soru ağzından daha çok zavallı bir izin isteyiş gibi çıkmıştı, meh. Kıyafet işi daha büyük bir dertti aslında, cidden.


En son Daniella Weisz tarafından C.tesi Eyl. 28, 2013 11:22 am tarihinde değiştirildi, toplamda 3 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frederick Miller
Doberman
Doberman
Frederick Miller


Mesaj Sayısı : 40
Kayıt tarihi : 22/05/13
Milliyet : Alman
Doğum Yeri : Frankfurt
Yaşadığı Yer : Kampa sırtını ver yüz metre go go go. Kime sorsan bilir-di. Şimdilerde bir önemi yok

Hiraeth Empty
MesajKonu: Geri: Hiraeth   Hiraeth EmptyCuma Eyl. 27, 2013 6:16 am



    Başını koltuğun kadife yüzeyine, geriye atıp yaslarken tüm gün masa başı iş yapan insanların hissettiği o sinir bozucu boyun ve sırt ağrısının da iyice azdığını hissediyordu. Vücudunun dört bir yanı belirli zamanlarda o kadar ağrıyordu ki ufak tefek şımarık rahatsızlıkları göz ardı edebiliyordu ama dinlenmeye başladığı vakit her biri ayrı ayrı çekilmez oluyordu.
    Gözlerini dikip tavanı izlerken kızın itirazıyla kulaklarına inanamıyormuş gibi başını zaman kaybetmeden, ani bir hızla ve saklamadığı bir öfkeyle kaldırdı. Daha birkaç saat önce mühendis kadının başına sıktığı merminin nedenini anlamamış mıydı? O kadar mı gururlu biriydi, hadi canım. Kendisi hariç kimsenin gururlu ya da kibirli olmasından haz etmezdi. Hele söylediği sözlere ‘saygısızca’ karşı çıkılmasından o kadar nefret ederdi ki… Bunun bir tarifi yoktu; eğer bu kadar zavallı görünmeseydi ya da işine yarayacak işlerde az buçuk –ki henüz ne işe yarayabileceğini görmemişti- gerekli olduğunu bilmese ona esaslı ve iz bırakan bir ders verebilirdi. Ha, bir de daha dinlenmiş ve birilerinin ağzına sıçmaktan duyacağı keyif günün ilk saatlerindeki tatmin edilmemiş anlarına gelmiş olsaydı… Değildi ama, bu günlük über sinirli-acımasız-atarlı nazi kotasını doldurmuştu. Wew.
    “Bir şeyi kafana iyice sokman gerek Daniella. Burada bir savaş esiri, ya da bir misafir değilsin, burada varlığını kabul ettirip seni birey olarak sayacak hiçbir şey yok. Sen burada, bu evin bir eşyasısın. Sen benim malımsın. Hoşuna gitmese de ben sana ne dersem itirazsız kabul edecek ve sözlerimi yerine getirmek için tüm gücünle çalışacaksın. Sen ve senin boktan ırkın kampta sıkışmışsa her gün onları hamam böceği gibi temizliyorsak, bunun için hayıflanıyor olabilirsin. Ama bu kamp bizim de hapishanemiz ve kokuşmuş insanlara katlanıp onları gütmek zorunda olduğum için ne kadar agresif olduğumu tahmin bile edemezsin.” Botlarını çıkaran kızın ellerine bir süre baktı, daha önce yaşadığı onca şey yüzünden artık yüzüne çöken kronik kızarmanın kalıntılarını izledi. Ayağını diğer ayağının üstüne atarken çenesini ders anlatan bir öğretmenin kibriyle hafifçe kaldırdı. “Eğer ben sana pirelisin diyorsam, pirelisindir.” En son ne zaman aynaya bakmıştı acaba? Bir aydır su görmemiş vücudunun yaydığı koku güzel burnunu rahatsızca dürterken nasıl oluyordu da bu kadar burnu büyük davranabiliyordu? Yıkanmadığı için insanlıktan çıkmış yüzünün aylar önce, evindeki son anılarında kaldığı gibi hayat dolu ve ışıl ışıl olduğunu mu sanıyordu? Muhtemelen. Bunun geçmişte kaldığını ve artık hayatının asla eskisi gibi olmayacağını yüzüne çarpmak kendisini eğlendirecekti. Kadınlardaki bu eşsizlik kibirden nefret ederdi çünkü. İki yumuşak göğse ve kuru bir vajinaya sahip olmayı meziyet sanan orospuları kovalayıp yarım saat üstünde debelenecek diye çektiği çileden de nefret ederdi. Frederick gerçekten bir çok şeyden nefret ediyordu ama bir Yahudi yosmasının kraliçe tavırlarından daha da tiksiniyordu.
    Elini salonun köşesini işaret ederek uzattı. “İkinci çekmecede bir ayna var onu bana getir. Sakın önceden kendine bakayım deme.” Kızın ayaklanıp dolaba gidişini beklerken ifadesizce kuru kıçını ve omuzlarını inceledi. Sonra keçeye dönmüş saçlarına bakıp biraz yüzünü buruşturdu. Kusası gelmişti.
    Sabırsızca parmaklarını kıpırdatıp aynayı istedikten sonra ayaklarını sehpadan indirip kıza tam önünde diz çöküp oturmasını buyurdu. Buyurganlık bazen emirlerden daha fazla aşağılayıcı geliyordu. Sık sık uygulardı, test etmişti. Önemli bir şey anlatacakmış gibi dirseklerini dizlerine yaslayıp gümüş aynayı elinde çevirdi ve kızın yüzüne, üstüne başına baktı. Kirden, pislikten ve geldiği yere özgü o ağır kokudan ne kadar tiksindiğini yüzünden iyice okuması için bir süre boyunca bir şey demedi. “Görüyorsun Daniella. Dünya çok hızlı değişiyor ve zayıf olanlar buna uyum sağlamakta, dahası kabullenmekte gerçekten başarısız.” Aynayı yavaşça kaldırıp kızın yüzüne yaklaştırdı. “Amacım seni incitmek değil Daniella, sadece senin dünyanın ne hale geldiğini daha iyi idrak etmeye ihtiyacın var. Sen artık babasının tatlı prensesi değilsin. Annesinin sıcacık koynundan çıkan, evin biricik kızı da değilsin. Sen artık kolunda yazan numaradan ibaret olan bir ruhsun. Eğer bunu iyice kabullenirsen gayet iyi anlaşırız. Yoksa benim için başlamadan biten bir macera, kendin için de zamanından önce solup giden bir yaprak olacaksın.” Neredeyse çiçek diyecekti ama vazgeçmişti. Çiçek olmak için fazla kötü kokuyordu. “Hadi al da kendini daha iyi incele.”
    Derin bir nefes alırken arkasına yaslanmış ve ellerini de dümdüz karnı üstünde birleştirmişti. “Dolaba bakacaksın. Tamam. Bir şey bulamazsan çekinmene gerek yok bir şeyler ayarlarım. Ne zaman istersen odana gidebilirsin, biraz dinlenmeyi ihmal etme.”  
    Zaman geçirmek isteyen bir insan gibi parmaklarını saç köklerine daldırıp yavaş yavaş ovuşturdu. Bu huysuz kızla yaptığı ufacık konuşma bile kafasını ağrıtmaya yetmişti ve gün içinde kaç yüz tane kalın kafalıya bir şeyler anlatmakla vakit öldürdüğünü düşündüğünde gerçekten canından beziyordu. Kariyerindeki ilerlemeden memnundu ama şartları ve görevlerin daha ‘elit’ olmasını isterdi. Köşelerine sinip ölmeyi kabullenen yüzlerce insanı harcamak Fred’i o kadar da mutlu etmiyordu. Gerçek bir mücadele, gerçek bir savaş istiyordu. Kısmet işte, cebi o kadar hızla doluyordu ki kahramanlık yapmayı düşünmüyordu bile.
    Kız salondan çekilip gittiğinde, Fred de odasına çıkıp giysilerinden oyalanmadan kurtuldu. Özgürlüğe uçarcasına işedikten sonra buz gibi suyla yüzünü ve boynunu yıkadı. Ellerini birkaç kez sabunladı ve memnuniyetle temiz sabun kokusunu içine çekerken ne kadar mutlu bir adam olduğunu düşündü. Üniformasını kirlilerin içine atarken dolaptaki yedekleri odanın köşesindeki askılığa çıkarttı. Bir ara ayakkabılarının fırçalanması ve parlatılması lazımdı ama Daniella sabah hallederdi. Ah tabii, evin düzeninden ona bahsetmemişti. Bir ara halledecekti, sorun değildi. Ama hangi ara?
    Üzerine beyaz ve ince bir gömlek geçirip salona geçtiğinde öğlen etrafta pırıl pırıl parıldayan subay havası çok değişmişti. Yüzüne bakmadığınız zaman civardaki normal bir erkek gibi görünüyordu ama bir asker olarak bağırmaya alışmış ses telleri, bol emir kipli konuşması yüzünden keşke hep üniformalı gezse de bize bu zihin bulanmasını yaşatmasa diyebiliyordunuz. Otomatiğe saracak biçimdeki alışkanlıklarla masanın üzerine yaydığı evrakların en ilginç olanlarını incelerken dünyadan soyutlanmış gibi görünüyordu ama şu an yanında eksik olan bir şeylerin varlığının farkındaydı. Ne kadar su içerse içsin susuzluğu gitmiyordu ve ahh, çay! Tabii ya, havadaki siniri dindirmek ve rahatlamak için çaydan daha iyisi olamazdı. Eğer onlardan da nefret etmese bir Rus kadar çay sevdalısı olduğunu kabullenip eve bir semaver alabilirdi. Duyacağına emin olduğunu bir ses tonuyla seslenirken parmağında çevirdiği şık bir dolma kalemle yine favori koltuğuna yayılmak üzereydi
    “Daniella, işin bitince bana çay getir.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Daniella Weisz
Doberman'ın Seksi Kedisi
Doberman'ın Seksi Kedisi
Daniella Weisz


Mesaj Sayısı : 20
Kayıt tarihi : 24/03/13

Hiraeth Empty
MesajKonu: Geri: Hiraeth   Hiraeth EmptyC.tesi Eyl. 28, 2013 10:57 am


    Yanlış bir şey yaptığını anlaması pek zor olmamıştı, aynı gün içerisinde kendisinden farklı olmayan bir kadını tereddüt etmeden öldürtmüş birine itiraz etmek için yemek ve sıcaktan fazla mı rahatlamıştı acaba. Burada kampta yaptığı gibi tavşan stili irkilemese de göğsüne dolan korkusunu saklayamadan yutkundu. Kampta korkmadığı bir an bile geçmediğini düşünürsek de, Daniella’ya level atlatıp böylesine altına sıçtırtmak her yiğidin harcı değildi.
    Epik Nazi Nutuğu©’nu dinlerken kampta öğrendiği pek önemli derslerden birinin iyice pekiştiğini hissediyordu; konuşmamak. Hala hayattayken yanlış bir şey söyleme olasılığıyla o kadar fazlaydı ki sessiz kalmak en iyisiydi. Her çeşit askerin arasından cevap almak için zorlayacak kadar işsiz birine rastlama ihtimali de yok değildi tabii ama öyle bir şey olana kadar hayatta kalma felsefesini değişmeyecekti. Yalan söylemekte ya da ortama uygun konuşmakta fazla yetenekli sayılmazdı ve bir anlığına normal hissedip cevap vermesi ona Nazilerin gerçekliğini anlatan bir nutuk olarak dönüyordu, al işte. Aylardır gördüğü muameleye rağmen über dayanıklı, ne yapsan etkilenmem hallerine girememesi işini umarsızca çiğnediği dudakları ve hızla kırptığı gözlerinden belliydi. Biri kampta ölmeden ne kadar normal kalabilirse o kadar normal kalmıştı işte, ders çalışmaya meyili dışında pek bir özelliği olmayan bir kızdan… kampta hayatta kalmak dışında pek bir özelliği olmayan kıza dönmüştü. İnsanlık dışı koşullar onu müthiş olgunlaştırıp apayrı bir insan yapmamıştı, şimdi dünyayı ve insanları bilgece algıladığından bahsedemezdi.  Bu her an bitebilecek sefil hayatında bir dönüm noktası değildi, her an bitebilecek sefil hayatının muhtemel ölüm alanıydı sadece.
    İnsan yerine konulmadığının farkındaydı ve bunun açık açık söylenmesi etkisini arttırıyordu. Gülmekle ağlamak arası çıkaracağı sesi zorlukla yutmuştu. Hayatının kendisiyle zerre alakası olmayan bir savaş yüzünden mahvolması kimin zoruna gitmezdi ki? Siyasetten pek anlamıyordu bile, matematik ve her türlü sayısal mantıklı işi algılamak daha kolaydı. Zamanında insanları iyileştirmeyi amaçlamıştı, bunun için okumuştu ve şimdi haline bakın. Bu adamların herhangi biri önünde can çekişse parmağını kıpırdatmazdı.
    Dinledi, dinledi, uzun gelen bir süre boyunca dinledi. Bir pire lafı yüzünden böylesine ego saçmak zorunda hisseden genç nazinin acılarını dinledi, ah zavallılar. Sıcak evlerinden çıkıp sıcak tutan kıyafetleri ve sıcak kahveleriyle Yahudi gütmenin ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemiyordu. Acınası hisler yerini kızgınlığa bırakınca ifadesi az çok toparlanmıştı ve emiri aldığı gibi tereddüt etmeden koşarcasına çekmeceye gitti. Evdeki her türlü canlıdan uzaklaşıp yalnız kalmak istiyordu sadece, yemek ve ısınmanın mutluluğundan bir naziyle aynı evde yaşamanın nasıl bir şey olabileceğini düşünememişti. Aynayı verdikten sonra dizlerini kırıp küçük kirli bir kumaş yığını olarak yere çöküp ellerini kucağına koydu. Günlerini açlıktan kırılarak inşaatta çalışarak geçirdiğini göze alırsak fiziksel işleri yapmak nazilerle iletişime geçmekten daha kolaydı, gerçekten.
    Aynada kendine bakmayalı uzun zaman olmuştu ve bakmamayı tercih ederdi. Vücudundaki değişiklikleri görmüyor değildi, teni sağlıksızlıktan iyice solmuş ve kemikleri sayılır hale gelmişti. Sadece bunların yüzüne etkisinin nasıl olacağını bilmiyordu… Daniella hiçbir zaman görünümüne gereğinden fazla önem veren insanlardan olmamıştı, temiz kalır ve gerektiği kadar süslenmekle yetinirdi. Tatlı elbiseleri severdi ve yıkanıp saçını taradıktan sonra daha fazlasına gerek duymazdı, mesela. Görünüşünü ne seviyor ne de nefret ediyordu, basit bir şekilde ortalamaydı. Daha önce bu kadar hakareti bir anda alsaydı fazla umursamayacağına emindi, o zamanlar eleştirilecek pek bir yani yoktu çünkü... Her şey normalken, savaş çıkmamışken.
    Yansımasını gördüğü gibi gözlerini kaçırdı. Elinde olsaydı başını sadece siyah beyaz bir bulantı olarak hatırlamak isterdi ama bir de bunun için fırçalanmayacaktı, hayır. Hafif aralık kalan dudaklarından sessizce nefes verip gözlerini geri çevirdi, dişilik hislerinin mantığını ele geçirip böyle saçmalıklar yaptırmasına izin veremezdi, hayır. İfadesi olsa olsa her şeyden fazla bıkkınlık içeriyordu, gözlerini yavaşça kırpıp çatlamışlığını şimdi fark ettiği dudaklarını birbirine bastırdı. Kirden teninin sağlıksız beyazlığı o kadar da belli olmuyordu, incelmiş yüzünde elmacık kemikleri her zamankinden fazla belirgindi ve en son aynaya baktığında- uzun, uzun zaman önce- gözlerinin çok daha farklı olduğuna emindi. Kendi bakışlarından hoşlanmamıştı. Saçları… ah, bir yıkamada normale dönmeyecek gibi duruyordu. Görüntünün ona ait olduğunu kanıtlamak ister gibi başını biraz yana yatırdı. zayıf olanlar. Aynayla arasındaki mesafe azalınca irkilip başını geriye çekti. Bir an şaşkınlıktan gözleri adamın yüzüyle ayna arasında gidip gelmişti, daha ne yapmasını istiyordu bilmiyordu, bir Epik Nazi Nutuğu© daha yoldaydı anlaşılan. Amacı onu incitmek değildi, tabii, sanki bunu umursadığına inanacakmış gibi. Sakin sakin yerinde oturup dinlese de kolunda yazan numara kısmında parmakları kolunu kaşıma isteğiyle seğirmişti, doğru, savaşı atlatacak kadar yaşasa bile asla kazıyıp atamayacağı anıları dışında bir de vücudundaki damga vardı. Babasıyla asla arası iyi olmamıştı, muhtemelen Alman olmasıyla da alakalı bir şeydi ama annesini takdir ederdi. Aralarında inkar edemeyeceği bir bağ vardı ve şuan ihtiyacı olmayan bir şey varsa o da bunun sona erdiğinin hatırlatılmasıydı. Aynayı geri alıp görmeden yüzeyine baktı sırf laf gelmesin diye. Kendi görüntüsü ona berbat bir çaresizlik hissi veriyordu ama hayır- temizlenecekti tamam.
    Ne zaman istersen kısmını duyduğu gibi kulakları dikilmişti, neredeyse normal bir insanla konuşur gibi ama değildi işte. Cümlesi bittiği gibi tekrar aynı aceleci fıtı fıtı yürüyüşüyle aynayı yerine koydu. Salonun çıkışına doğru ilerlerken bir an duraklayıp doğrulamak için bir şey söylemesinin gerekip gerekmediğini düşündü ve gerekmediğine karar verdi. Koridoru beslenmemiş vücudunun becerebileceği en iyi hızla geçip odaya girdi. Kampta kaldıkları kulübelere göre bir cennetti tabii ki ama şuan bunu takdir etmekten önemli işleri vardı. Ufak, sade dolabı açtı ve boşluğunu görünce içindeki umudun bir anda sararıp solduğunu hissetti. Panikle nefes verip hızlı aramak bulma ihtimalini arttıracakmış gibi çekmeceleri çekti yüzünde komiklik derecesinde konsantre olmuş bir ifadeyle. Çoğu boştu ama- oh, ortalara doğru eline bir kumaş değince heyecanla tutup çıkardı. Silkeleyip muhtemelen kendisine büyük gelecek elbiseye bakarken gülümseyecek kadar da çılgınlaşmasa da aylardır tattığı en büyük mutluluk buydu. Kumaşı yüzüne bastırıp kokladı, ah evet gayet temizdi, hele şu anki haline oranla… Elbiseyi giydiği paçavralara değdirmemeye dikkat ederek üstüne tutup neresine geldiğine şöyle bir baktıktan sonra yatağa attı. Kalan çekmecelerde de birkaç işine yarayabilecek parça bulduktan sonra hepsini öbek haline getirip iki elinin arasında tutarak sekercesine tekrar koridora çıktı. Şuan bir banyo için elinde her türlü malzeme vardı ve geriye- banyoyu bulması kalmıştı, ah doğru… Koridorda vahşi doğadaki tedirgin bir hayvan gibi ufak, yavaş adımlar atarken banyonun yerini duyup duymadığını hatırlamaya çalışıyordu. Hayır, lafı geçmemişti… Kilitli olmayan bir kapıyı hafifçe ittirdikten sonra içerideki seramik gözüne ilişince hemen dalıp elindekileri boş askılara asmaya başladı. İşinin yarısında seslenildiğini duyunca yerinden zıplayıp –evet, alışkanlıklar- tekrar salona yardırdı. Bir anlık tereddütten sonra kapıdan başını hafifçe çıkarıp dediğini duyunca sonra bir an kafasının üstünde loading yazıyormuşçasına durdu. Ses çıkarmaya tırsmasına rağmen onaylayan bir şeyler geveleyip banyoya, yapmak için sabırsızlandığı banyoya gitti.
    Dikkatle kapıyı kilitleyip hoş banyoda gözlerini gezdirdi. Hiç aklına gelmezdi kamptayken, bilmem kaç metre ötede böyle şeyler olduğu… Kendisinin bunu kullanmaya fırsat bulacağını ise hayal bile edemezdi. Suyun sıcaklığını ayarlayıp üstündekileri yığın halinde bir kenara attıktan sonra kampa geldikten- hatta savaş başladığından beri yaşadığı en hoş dakikaları yaşadı. Her ne kadar saçından ve üstünden akan kirli su berraklaşana kadar biraz zaman geçmiş olsa da adamın ne kadar nazi olursa olsun buna kızmayacağını umuyordu çünkü gerçekten- onu o halde banyoya yollayıp on dakikada dönmesini beklemiyordu herhalde. Bekleyemezdi. Beklemezdi değil mi? Hem küveti kirli bırakmak istememişti bak…
    Teni uzun zamandır bu kadar beyaz ve yumuşak durmamıştı, saçlarının temiz olmasının nasıl bir his olduğunu ise şimdi hatırlıyordu. Bir an ölümü burada olacaksa bile sırf böyle temiz halde zaman geçirebileceği için mutluluktan gözleri dolmuştu, tekrar insan gibi hissedecekti neredeyse. Suyu kapatıp banyo boyunca parmaklarıyla tarayarak daha normal bir hale getirdiği saçlarının suyunu sıktı. Burnunu çekerek çocuklar gibi şen halde ton değiştirmiş vücudunu umarsızca kurulayıp yeni(?) giysilerini giydi. Açık renk elbise normalde dizleri ancak kapatan bir şeydi herhalde ama kendisinde daha uzun durmuştu tabii, şikâyeti yoktu. Ellerini zayıflıktan iyice çıkmış köprücük kemiklerinin üstünde ilerletip yakasındaki düğmeleri ilikledi. Saçını da bir havluyla olduğu kadar kuruladıktan sonra omzunun üstünden bir kenara attı. Burada ayna olmaması üzücüydü ama şimdilik sırf temizlik hissi bile yetiyordu. Eski giysilerini tekrar üstüne değdirmemeye çalışarak topak haline getirdi. Elinde the eski giysi topağıyla çıplak ayakla fıtı fıtı koridorda ilerleyip bu sefer daha az tereddütle sessizce kapıdan içeri girdi. İlk seferde fark edemediği üzere fazlasıyla normal duran –ama Naziler her zaman naziydi, tabii- adama bakmaktan kaçınıp elindekileri gösterdi çekingen bir hareketle. ‘‘Elbise buldum. Bunları nereye atabilirim?’’ Atabilirdi değil mi, atabilirdi ona göre, buna izin verirdi herhalde… Bunların tekrar normal bir kıyafet hijyenine geleceğini sanmıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frederick Miller
Doberman
Doberman
Frederick Miller


Mesaj Sayısı : 40
Kayıt tarihi : 22/05/13
Milliyet : Alman
Doğum Yeri : Frankfurt
Yaşadığı Yer : Kampa sırtını ver yüz metre go go go. Kime sorsan bilir-di. Şimdilerde bir önemi yok

Hiraeth Empty
MesajKonu: Geri: Hiraeth   Hiraeth EmptyPaz Eyl. 29, 2013 7:08 am




    Evrak işlerini neredeyse yarılamıştı ama ne vücudu rahatlamıştı ne de boynundaki ağrı az da olsa dinmişti. İşlerini bitirmeden evvel kesinlikle uyuyamazdı, yarını planlamadan, her şeyi inceden eleyip tasarlamadan Frederick hayatını devam ettirebileceği fikrine alışamazdı; fakat yaşadığı bu süre zarfından gerçekten, ama gerçekten kendisi için hiçbir şey yapmamıştı. Ne sosyal hayatı için ne de evini daha şık ve daha ‘ev’ gibi gösterecek birkaç parça eşya almıştı. Her şey muntazam bir asker odası gibi tek renk, tek kumaş, dek bir doku ve havadan ibaretti. Kırklı yaşlarına gelmişti fakat bunlardan sıkılması gerektiğini kendisine hatırlatan hiç kimse olmamıştı da. Frederick asabiyeti ve bunu gizlemeyen yüzü sayesinde kimsenin uğraşmaya değer bulmayacağı o tip adamlardan biriydi işte. Uğraşılmazdı da zaten. Gayet geyik ve neşeli bir anında bile çaktırmadan ağzınıza sıçıyor olabilirdi.
    Son bir evrağa daha imza çakarken, bu işlemler gerçekleştiğinde kaç kişinin öleceğini daha sorguladı. Üç kişinin çok-gerekli onay imzası sonucunda ölen yüzlerde beden, can, varlık, organizma…
    Savaşı yadırgamamıştı hiçbir zaman. İnsan doğası savaşmak ve yok etmek üzerine kuruluyken hele birkaç kelimenin başına anti- eki getirmek ne kadar da abesti. İnsanların birbirini katletmesinden yakınanlar, insanların doğayı katletmesinden yakınanlar, insanların hayvanları katletmesinden yakınanlar. Hepsi insanoğlunun suçuydu. İnsanlık bir çeşit kanserdi ve bu evreni de kendileriyle beraber dibe çekerken bir şeylerden şikayet etmenin anlamı yoktu. Bu bir boş vermişlik değildi aksine insanların nasıl canavarlaşacağını gayet iyi bilen birinin sonuç olarak vardığı bir kanıydı. Frederick önünde bir sene daha varsa bunu yine savaşıp yok ederek süsleyecek bir adamdı.
    Dolma kalemden parmağına akan mürekkebi, mutfakta ısladığı bir mendille ağır ağır ovuşturup silerken, bir yandan da içerden gelen su sesine kulak kabartıyordu. Evde bir kadının olma fikrini ilk defa enine boyuna düşünmüştü. Garip ve önceki günlere kıyasla daha iyi hissettiren bir hisse kapılmıştı. Çevrenizde insanlar, aileniz vesaire varken yalnızlık bir lüks gibi durabiliyordu ama bunların hiçbirine gerçekten sahip olmadığınızda yalnızlık, bir kemirgen gibi içten içe hasta ediyordu sizi.
    Kalemin kapağını kapatıp şakaklarına sertçe bastırıp baş ağrısıyla mücadele etmeye çalışırken Daniella’nın gözlerindeki dehşet ifadesini ve sağlıksız vücudunu da düşündü. Hayat herkese ihtimam gösterecek kadar adil değildi ne yazık ki. Derin bir nefes alırken boynunu dairesel bir devinimle çevirdi ve boş salonda kulak tırmalayan çıtırdama sesleriyle keyiflendi. Acıları sanki biraz daha fazla acıyla dinebilirdi, bilmiyordu.
    Banyo kapısı tekrar açılıp kapandığında oturuşunu farkında olmadan düzeltti. Civarında insanlarken varken baston yutmuş gibi oturup askeri eğitimle muamele etmeye onu iten garip bir dürtüsü vardı işte. Bol gömleğin yakasını çekiştirip toparlarken çekinmeyen gözlerle kızın içeri girişini başından bu yana takip etti. Kısık ve dikkatli gözleri her değişen detayı ilgiyle hafızasına kazırken, giydiği elbisenin üzerinde nasıl eğreti ama bir yandan da sevimli göründüğünü fark etmişti. Önceki kadına yakışmazdı pek ve kısalığı yüzünden tombul bacaklarını görmek zorunda kaldığı için güzelim gözleri ufak çaplı isyanlara girişebiliyordu- kimi zaman.
    Bu üzücü detay da geçmişte kaldığına göre incelemesini rahat rahat yapmaya devam etti, nasıl rahatsız hissettireceğinin bilinciyle. Bakışlarını en son kızın gözlerine diktiğinde araba farı görmüş geyik ifadesinin az buçuk dinmesine memnundu. Yüzü insani bir forma, saçları temiz ama bakımsız bir çocuğun saçlarına benzemişti. Sıskalıktan ve vitaminsizlikten çökmüş yüzü iyice ortaya çıkmıştı ama önceki haline zerre benzememesi bile her şeyi telafi ederdi. Eh, neyse bu kadarı yeterliydi zaten evine Miss Hitler falan almıyordu temizlik işleri için. “Hah, şimdi daha iyi görünüyorsun. Son olarak sana bir çift elbise bulmak lazım.”
    Ardından, kızın elindeki giysi muçkasına bakıp nefes vererek güldü. Büyük bir macera atlatmıştı tamam, çok üzücü ama… Onları atmak istiyor oluşu bir nevi zafer hissettirmişti Frederick’e, Daniella adına da olsa. “Saklamak istemediğine emin misin? Heh, dalga geçiyorum. Sobaya at, bir işe yarasınlar.” Kalemi şakağına bastırmayı kesmeden başını kaldırıp kıza sakince gülümsedi. Verdiği brifing anlaşılıp uygulandıktan sonra Fred’den korkmak için pek bir sebep yoktu. Silahsız ya da kendisinden daha savunmasız birine kötü bir şey yapmazdı nihayetinde. Bir süre durup bakışmaya başladıklarında yapması gereken göreve postalayan ağabey misali kaşlarını kaldırdı. “Yapman gereken son birkaç iş kalmadı mı Daniella?” Kalemi alnından çekerek kızı işaret etti. “Sana Dani dememin bir sakıncası var mı?” Sonra nefes vererek önündeki evraklara döndü ve ayağa kalktı. “Tabii sen bana Fred diyemezsin. Ya da Frederick. En iyisi Efendim bence.” Biraz duraksayıp dudaklarını yalarken, aklına gelen şeylerle etrafa boş boş bakındı. “Evimde bile asker gibi hissetmek hoş değil elbette ama daha iyisini bulana dek idare edelim.” Sonra elini kışkışlar gibi sallayıp mutfağı işaret etti. “Bir an önce çayımı getir sen, neyse. Başım ve boynum da ağrıyor bildiğin bir şeyler varsa, ilaç gibi. Onları da getir bir bakalım.” Son bir bakış attığında bir kaç kilo alsa nasıl güzelleşeceğini düşündü. Eh, yediği tacizi de düşününce askerlerin onu bu denli kesmesinin sebebinin daha dikkatli gözler ve geniş bir erkek-hayal-gücü olduğunu çakozluyordu. Bakalım, bakalım. Daniella ile ilgili merak ettiği çok fazla şey vardı ama önce bir fincan çay plox.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Hiraeth
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
V I V I S E C T I O N | 1 9 9 2 :: Avrupa :: Diğer Bölgeler :: Polonya-
Buraya geçin: