Laboratuvardan gelecek olan sonuçlar neden bu kadar gecikmişti acaba? MR'ı bile daha önce gelmişti ve kan tahlilleri ellerine geçmeden ve toksik sonuçlardan emin olmadan elindeki veriler bir işe yaramayacaktı. ''Yarın da EEG çekimi için diğer hastahaneye sevk edeceğiz Bay Müller'i, yaz programa, Seth.'' dedi kibirli bir ses. Geciken sonuçlar için telefona çemkirip durmaktan daha iyiydi bu. Hayır, EEG makineleri vardı, gayet de iyi çalışıyordu. Sorun şuydu ki, hiçbir zaman boş olmuyordu. Ancak, pek de yakın olmayan bir hastahanede bir saatlik boşluk bulabilmişlerdi. Eh, zavallı adamın beynindeki elektriklenme verilerini elde etmek için de aceleleri vardı. Zira bir haftaya kalmaz, sorun tespit edilmezse ölüm gerçekleşebilirdi. Teni, soluk alışı, bakışları, refleksleri en az ölüm döşeğindekiler kadar zayıftı. Bu yüzden, sırayla gitmek, hatta kendi hastahanelerindeki boş zamanları beklemek yerine, acele ediyorlardı. Gereken notu aldı Seth, telefonu nihayet bırakarak. Profesör Marcelline'nin soğuk bakışlarla söylediği, en az bakışları -hatta kalbi- kadar soğuk olan sözlerini, kaliteli bir post it kağıdına, savaştan yeni çıkan toplum için pahalı sayılabilecek, mürekkepli bir kalemle yazmıştı. Post iti dikkatle ve parmaklarına mürekkep bulaştırmadan tuttu ve panoya götürüp özenle yapıştırdı. Panoda her tarihi, saati gösteren bir grafik vardı. Bir nevi, gelişmiş ders programı gibi bir şeydi. Profesör Marcelline, her daim planlı ve tertipli hareket eder, bir saniye olsun panoya yazılan programı atlatmazdı. Seth, ona ilk tanıştıklarında bu yüzden büyük bir hayranlık duymuş, onun gibi olmayı dilemişti. Daha sonraları ise, alışmıştı ve farkına varmıştı ki, zaten onun gibiydi genç adam, sadece, biraz daha genç, tecrübesizdi. Aralarında belki de bu yüzden mükemmel bir uyum vardı, bu uyumu sağlayan en değerli şey de, eşit olmamalarıydı. Oysa, Sion ile öyleler miydi? Lanet olası cadalozla tanıştığı andan beri sürekli rekabet ediyordu. Bir kızla rekabet etmek yeterince acı vericiyken, bir de onun bir çok alanda eşiti olduğunu kabul etmek çok acıydı. Şu anda, süslü kokona, büyükbabası tarafından şımartılarak, hak ettiğinden fazla değer görüyordu hastahanede. Tabi Seth, kendi çabasıyla ondan çok daha iyisini başaracağından yüzde yüze emindi. Bu yüzden, acelesi yoktu. Belki biraz kendine vakit ayırabilirdi.
''Zıırrr!''
Telefon çalmıştı nihayet. Oh, bu sefer iyi haber alsa iyi olurdu. ''Alo? Yani, hallo?'' dedi, ''Ja, ich verstehe.'' dedi onlara en az asistanı olduğu şahsınki kadar soğuk sesle. Burada, Hilderstein'de, doğal olarak, çoğunlukla Almanlar yaşıyordu. Haliyle onların dilinde konuşmak zorundaydı. Telefonu kendinden uzaklaştırdı ve az ileride oturup, hastaların raporlarını imzalayan yaşlı adama baktı. ''Faks makinası bozulmuş, bilgisayar tamirde olduğundan e-posta ile alamıyorum. Mecburen, ben gidip alacağım sonuçları.'' dedi monoton bir şekilde. Ardından sonuçları, MR verileriyle karşılaştırmak adına, kendi odasına çekilirdi. Ta ki Marcelline kendisine yeni ayak işleri verene kadar. Ve dışarı çıktı cevap beklemeden, yaşlı adam pek oralı bile olmamış gibi görünüyordu zaten.
Yaklaşık iki saat sonra;
“Seth!” diye çığıran yaşlı adamın çağrısına kulak dikti. Çoktan gereken gözlemleri yazmış, Profesör'e iletmişti. Eh, anlaşılan reçeteler gelmişti ve onu sıralamasını isteyecekti Seth'den. Of, bu angarya işten nefret ediyordu genç asistan. Hastaları görmek, muayene etmek daha ilginçti ve zaten burada, onları ilk gören kendisi oluyordu. Çok büyük bir sorun çıkarsa onları uzmana yönlendiriyordu. İçeri girdi ve adamın emrini duydu. -Oh, bir genç kız için ayağa mı kalkmıştı, kız önemli biri olmalıydı- Fakat bu, umm, yani, hemşirelerin görevi değil miydi? Tabi kız sandığından daha büyük önem taşıyorsa, onu onurlandırmak istemesi normaldi. Gereksiz soru sormazdı Seth, bu sefer de sormadı ve onu gereksiz kibarlık laflarıyla meşgul de etmedi. ''Bitte, Fräulein.'' dedi hanımefendiye dönerek. Kızın konuşmasını duymamıştı, bu yüzden Alman olduğunu tahmin ediyordu. Gerçi bir Alman'dan çok, bir Slav'a benziyordu ama olsun. -Belki de Slav kökenli Alman'dı- Yüzünde ciddi ama nazik bir ifade vardı. Kızı dışarı çıkartarak, onu yönlendire yönlendire Sion'un odasının yolunu tuttu. Bu kadar önemli birinin şirret cadalozla ne işi olabilirdi ki?