V I V I S E C T I O N | 1 9 9 2
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Die Romantizm

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Aidan Wandhunt
Nöroloji Bölümü & Asistan
Nöroloji Bölümü & Asistan
Aidan Wandhunt


Mesaj Sayısı : 64
Kayıt tarihi : 23/03/13
Milliyet : İngiliz
Doğum Yeri : Londra
Yaşadığı Yer : Hildenstern

Die Romantizm Empty
MesajKonu: Die Romantizm   Die Romantizm EmptyPtsi Mart 25, 2013 2:05 pm

Die Romantizm 8TGTujN
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Ice Cresswell
Endokrin Bölüm Asistanı
Endokrin Bölüm Asistanı
Ice Cresswell


Mesaj Sayısı : 39
Kayıt tarihi : 22/03/13
Milliyet : Amerikan
Doğum Yeri : Amerika
Yaşadığı Yer : Hildenstern

Die Romantizm Empty
MesajKonu: Geri: Die Romantizm   Die Romantizm EmptySalı Mart 26, 2013 6:03 am

    “Psikolog istiyorum!” diye isyan etti sarışın kız umutsuzluk içinde. Sol elinde tuttuğu bardakla gözleri kısılmış bir halde gördüğü manzara karşısında olduğu yerde kalakalmıştı. Mavi gözleri bir beyaz kutup ayısına bir onu kollarıyla sıkı sıkıya sarmalamış olan adama kaydı. Yüzündeki ifadeyi anlatmak gerekirse; lanet herif lanet ayıcığın sevgilisi olduğunu sanıyordu işte, var mıydı daha ötesi? “Psikolog istiyorum!” diye tekrarladı yine umutsuzluk içerisinde. Bu sefer sesi daha yüksek ve beklenenden çok daha sert çıkmıştı. Adam ayıcığın pofuduk suratına gömdüğü yüzünü ayıcıktan uzaklaştırdı ve sakince “Akzeptiert.” diye cevapladı tek cümleyle ya da aslında sonu gelmeyecekmiş gibi görünen birçok cümleyle ama adamın laflarının yarısından çoğunun zihni açıkça başka şeylerle meşgul olan kızın bir kulağından girip diğerinden çıktığı da ayrı bir gerçekti. Ice, Joachim’in ayıyla olan ya da olduğunu sandığı garip ilişkisinin tarihçesiyle ilgili bazı düşüncelere kapılmakla o kadar meşguldü ki doktorun nihayet bitirebildiği cümlesinin sonunda “…und bitte, bringen mir Cracker, wenn Sie zurückkommen.” dediğini son anda duyabilmişti. Kafasını iki yana doğru sallarken onu gördüğü ilk günü canlandırdı zihninde. Belirtmeye gerek var mıydı emin değildi ama yine aynı beyaz tonton ayıcıkla… Ayıcığı yeğenine, hatta belki de sevgilisine hediye etmek amacıyla yanında taşıdığı gibi masum düşüncelere kapılmıştı Ice sadece. Ayıcıkla farklı fantezileri olduğunu nereden bilebilirdi ki? Onunla sinemada bir film izlemek ya da göl kenarında bir bankta oturup saçlarını okşamak gibi mesela. Hatta bir keresinde ayıcığın kırmızı kumaşla dikilmiş ağzına ateşli – tamam bu noktada abartıyor olabilirdi- bir öpücük kondurduğunu bile görmüştü ki doktor Dürer’in geceleri odasında ayıyla baş başa kaldığı anlarda ayıcığın herhangi bir deliği olup olmadığını araştırıp araştırmadığını merak etmeye başladığı zamanlar tam olarak bu ana rastlıyordu. Sonraları fark etmişti ki Dürer tamamen masum niyetler ve duygular besliyordu ayıcığa karşı. Yine de o bir ayıydı, içi elyaf doldurulmuş oyuncak bir ayı! Ve bir rivayete göre de Dürer’in buzları çözülürken bile elini beyaz kutup ayısı tutuyordu. Evet, Ice deliler hastanesinin tam ortasına düşmüştü ve karşısındaki de buranın baş delisinden başkası değildi. Kesinlikle. Elindeki kahveyi yavaşça masanın üzerine bırakıp odayı terk etti kız kafasında deli deli düşüncelerle. Buraya geldiğinde akıl sağlığının denekler üzerinde yapılan insanlık dışı deneyler yüzünden bozulabileceğinin farkındaydı, fakat Dürer sağ gösterip sol vurmuştu resmen. Ice’ın yapılan deneylerin vahşeti hakkında en ufacık şikayeti yoktu, zira çenesini bütün gün çok konuşan ve adeta altı bezlenecek bir bebek edasıyla dolaşan doktoru hakkında şikayet etmekle yoruyordu, bütün dırdırları tükenmişti ve bir kez daha tek kelime daha etmeyi reddederek bıkkınlıkla günlük yapması gereken işleri tamamladı. Birkaç saatin sonunda ise çoktan hastaneye varmış – hatta yolda bir oyuncakçıya uğrayıp bir beyaz erkek kutup ayısı alacak zamanı da bulmuştu ve bu ayıyı Dürer’e rakip olarak piyasaya sürmeye kararlıydı- Waldemar Marcelline’in karşısında oturuyordu. Kendisini tanıtabileceği ve nerede çalıştığını söyleyebileceği kadar gerekli kısacık bir zamanın sonunda yaşlı adam oturduğu yerden cinsiyetine ters düşecek bir zarafetle kalkıp “Seth!” diye seslendi. Çok geçmeden ise odanın kapanan kapısı tıklatılarak tekrar açılmıştı. İçeri kimin girdiğine bakmadı Ice. Sadece profesörün odaya yayılan sesine kulak vermişti “Lütfen hanımefendiye Doktor Sion’un odasına kadar eşlik et.” Ve Ice yerinden kalkıp elini bir kez daha adama uzattı teşekkür ederken. Elinde tuttuğu çantanın kulpunu omzuna atarak bir yandan eliyle çantayı desteklemeye çalışıp diğer yandan da kocaman ayıcıkla cebelleşirken bakışlarını yerden kaldırıp belirli bir noktada sabitledi. Seth denilen çocuk tam karşısında duruyordu. Olanca muhteşemliğiyle…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aidan Wandhunt
Nöroloji Bölümü & Asistan
Nöroloji Bölümü & Asistan
Aidan Wandhunt


Mesaj Sayısı : 64
Kayıt tarihi : 23/03/13
Milliyet : İngiliz
Doğum Yeri : Londra
Yaşadığı Yer : Hildenstern

Die Romantizm Empty
MesajKonu: Geri: Die Romantizm   Die Romantizm EmptyPerş. Nis. 18, 2013 5:05 pm

Laboratuvardan gelecek olan sonuçlar neden bu kadar gecikmişti acaba? MR'ı bile daha önce gelmişti ve kan tahlilleri ellerine geçmeden ve toksik sonuçlardan emin olmadan elindeki veriler bir işe yaramayacaktı. ''Yarın da EEG çekimi için diğer hastahaneye sevk edeceğiz Bay Müller'i, yaz programa, Seth.'' dedi kibirli bir ses. Geciken sonuçlar için telefona çemkirip durmaktan daha iyiydi bu. Hayır, EEG makineleri vardı, gayet de iyi çalışıyordu. Sorun şuydu ki, hiçbir zaman boş olmuyordu. Ancak, pek de yakın olmayan bir hastahanede bir saatlik boşluk bulabilmişlerdi. Eh, zavallı adamın beynindeki elektriklenme verilerini elde etmek için de aceleleri vardı. Zira bir haftaya kalmaz, sorun tespit edilmezse ölüm gerçekleşebilirdi. Teni, soluk alışı, bakışları, refleksleri en az ölüm döşeğindekiler kadar zayıftı. Bu yüzden, sırayla gitmek, hatta kendi hastahanelerindeki boş zamanları beklemek yerine, acele ediyorlardı. Gereken notu aldı Seth, telefonu nihayet bırakarak. Profesör Marcelline'nin soğuk bakışlarla söylediği, en az bakışları -hatta kalbi- kadar soğuk olan sözlerini, kaliteli bir post it kağıdına, savaştan yeni çıkan toplum için pahalı sayılabilecek, mürekkepli bir kalemle yazmıştı. Post iti dikkatle ve parmaklarına mürekkep bulaştırmadan tuttu ve panoya götürüp özenle yapıştırdı. Panoda her tarihi, saati gösteren bir grafik vardı. Bir nevi, gelişmiş ders programı gibi bir şeydi. Profesör Marcelline, her daim planlı ve tertipli hareket eder, bir saniye olsun panoya yazılan programı atlatmazdı. Seth, ona ilk tanıştıklarında bu yüzden büyük bir hayranlık duymuş, onun gibi olmayı dilemişti. Daha sonraları ise, alışmıştı ve farkına varmıştı ki, zaten onun gibiydi genç adam, sadece, biraz daha genç, tecrübesizdi. Aralarında belki de bu yüzden mükemmel bir uyum vardı, bu uyumu sağlayan en değerli şey de, eşit olmamalarıydı. Oysa, Sion ile öyleler miydi? Lanet olası cadalozla tanıştığı andan beri sürekli rekabet ediyordu. Bir kızla rekabet etmek yeterince acı vericiyken, bir de onun bir çok alanda eşiti olduğunu kabul etmek çok acıydı. Şu anda, süslü kokona, büyükbabası tarafından şımartılarak, hak ettiğinden fazla değer görüyordu hastahanede. Tabi Seth, kendi çabasıyla ondan çok daha iyisini başaracağından yüzde yüze emindi. Bu yüzden, acelesi yoktu. Belki biraz kendine vakit ayırabilirdi.

''Zıırrr!''

Telefon çalmıştı nihayet. Oh, bu sefer iyi haber alsa iyi olurdu. ''Alo? Yani, hallo?'' dedi, ''Ja, ich verstehe.'' dedi onlara en az asistanı olduğu şahsınki kadar soğuk sesle. Burada, Hilderstein'de, doğal olarak, çoğunlukla Almanlar yaşıyordu. Haliyle onların dilinde konuşmak zorundaydı. Telefonu kendinden uzaklaştırdı ve az ileride oturup, hastaların raporlarını imzalayan yaşlı adama baktı. ''Faks makinası bozulmuş, bilgisayar tamirde olduğundan e-posta ile alamıyorum. Mecburen, ben gidip alacağım sonuçları.'' dedi monoton bir şekilde. Ardından sonuçları, MR verileriyle karşılaştırmak adına, kendi odasına çekilirdi. Ta ki Marcelline kendisine yeni ayak işleri verene kadar. Ve dışarı çıktı cevap beklemeden, yaşlı adam pek oralı bile olmamış gibi görünüyordu zaten.

Yaklaşık iki saat sonra;
“Seth!” diye çığıran yaşlı adamın çağrısına kulak dikti. Çoktan gereken gözlemleri yazmış, Profesör'e iletmişti. Eh, anlaşılan reçeteler gelmişti ve onu sıralamasını isteyecekti Seth'den. Of, bu angarya işten nefret ediyordu genç asistan. Hastaları görmek, muayene etmek daha ilginçti ve zaten burada, onları ilk gören kendisi oluyordu. Çok büyük bir sorun çıkarsa onları uzmana yönlendiriyordu. İçeri girdi ve adamın emrini duydu. -Oh, bir genç kız için ayağa mı kalkmıştı, kız önemli biri olmalıydı- Fakat bu, umm, yani, hemşirelerin görevi değil miydi? Tabi kız sandığından daha büyük önem taşıyorsa, onu onurlandırmak istemesi normaldi. Gereksiz soru sormazdı Seth, bu sefer de sormadı ve onu gereksiz kibarlık laflarıyla meşgul de etmedi. ''Bitte, Fräulein.'' dedi hanımefendiye dönerek. Kızın konuşmasını duymamıştı, bu yüzden Alman olduğunu tahmin ediyordu. Gerçi bir Alman'dan çok, bir Slav'a benziyordu ama olsun. -Belki de Slav kökenli Alman'dı- Yüzünde ciddi ama nazik bir ifade vardı. Kızı dışarı çıkartarak, onu yönlendire yönlendire Sion'un odasının yolunu tuttu. Bu kadar önemli birinin şirret cadalozla ne işi olabilirdi ki?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Die Romantizm
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
V I V I S E C T I O N | 1 9 9 2 :: Avrupa :: Hildenstern :: Münchenklein-
Buraya geçin: