V I V I S E C T I O N | 1 9 9 2
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Tanrı Kraliçeyi Korusun

Aşağa gitmek 
3 posters
YazarMesaj
Robin Adler
Copycat Seri Katil & Kriminoloji Öğrencisi
Copycat Seri Katil & Kriminoloji Öğrencisi
Robin Adler


Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 05/03/13

Tanrı Kraliçeyi Korusun Empty
MesajKonu: Tanrı Kraliçeyi Korusun   Tanrı Kraliçeyi Korusun EmptyCuma Nis. 12, 2013 8:56 am

editlenebilir editlenmeyedebilir-
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Robin Adler
Copycat Seri Katil & Kriminoloji Öğrencisi
Copycat Seri Katil & Kriminoloji Öğrencisi
Robin Adler


Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 05/03/13

Tanrı Kraliçeyi Korusun Empty
MesajKonu: Geri: Tanrı Kraliçeyi Korusun   Tanrı Kraliçeyi Korusun EmptyCuma Nis. 12, 2013 8:56 am

    Akşam yemeği olarak yediği kahvaltılık gevreğinin son kırıntılarını da bitirdikten sonra kaşığını masaya koyup mermer döşemedeki yansımasına baktı. Güneşin batımı mutfağı loşlaştırmasına rağmen ışığı açmamıştı. Hoş, siyah gözlüğünün ardından turuncumsu gözüken gözleri bu doğru düzgün ışık olmayan ortamda özellikle mükemmel görebilecekti, biliyordu ama bunu başka zamana saklıyordu.

    Meşgul anne ve babası yine evde yoktu, Robin'in evde olup olmamasını muhtemelen fark etmezlerdi ama Robin ne olur ne olmaz annesine okuldan sonra arkadaşlarla buluşmayla ilgili bir yalan uyduruvermişti. Ayağa kalkıp dişlerini fırçaladıktan sonra odasına yürüdü, aynanın önünde bir an durdu. Eve geldiği gibi gibi duş alıp giydiği siyah, göğsünün altındaki bir ipin ardından serbestçe salınan kısa elbisesine sade bir bakış attıktan sonra dolabındaki topuklu ayakkabı deryasından bileklerini fazla geçmeyen siyah, bağcıklı bir bot kaptı. Yanından ayırmadığı sadık çakısını eteğinin altında saklamak üzere bacağındaki ‘aksesuar’a sıkıştırdıktan sonra kapalı kıyafetlerden nefret etse de bu havada donmamak için kısa, koyu renk montunu koluna taktı. Montunun fermuarlı cebine telefon ve anahtarları tıkıp eline sadık defterini alarak soğuk ocak havasına adım attı.

    Bütün postların tarihi ezberinde olmasına rağmen Paul’la ilgili bir yere özel zamanlarda gitme şansı her zaman olmuyordu, malum, videolardan yer anlamak kolay bir şey değildi. Londra’yı sırf bu amaçla didik didik ettiği zamanlar olsa da bir istisna dışında hiç bir yeri tanıyamamıştı henüz. Bir istisna… O istisna; deniz kenarındaki terk edilmiş bir fabrikaydı, videoda fabrikanın pencerelerinden birinin saniyelik görüntüsü bile Robin’in orayı bulmak için hırslanmasına yetmişti ve birkaç haftaya bulmuştu da. Düzenli olarak oraya gidip karanlıkta defterine yazardı ama gittiği günlerden hiçbiri blogun yıldönümü kadar özel bir gün değildi. Aptal polislerin yer bulmayı beceremediğini biliyordu, medya ve internet bazen tahmin ettiğinizden fazla şey söyler. Ama bugün, Paul Tibbets’in blogunun açılış yıl dönümünde o ilk cinayet videosunun olduğu yere gidecekti ve… Eh, fazla umutlanmıyordu elbette ama ne olacağını kim bilirdi.

    Sinir bozucu derecede uzun bir kaç otobüs yolculuğunun ardından yarım saat yürüdükten sonra sonunda, güneş hala batmayı becerememişken fabrikaya varmıştı. İlk geldiği günde pek uğrasmasına gerek kalmadan açtığı kilidin hala öyle durduğunu görüp kapıyı iteledi ve toz kokulu fabrikanın içine adım attı. Burası… Güzel bir mekandı. Robin’in yaşıtlarını –ve genel olarak insanları- anlayamamasının milyonlarca sebebinden birini de temsil ediyordu, sessiz, terk edilmiş, huzurlu mekanlar varken insan niye gürültülü kalabalıkların içinde vakit geçirseydi ki? Garip, garip. Topukları fazla ses çıkarmamasına rağmen her adımı geniş alanda yankılanıyordu. Bir zamanlar ürünlerin geçtiği bantın yanından yürürken eliyle tozun üstünde şekiller çizdi. Hedefi olan nispeten kuytu bir köşeye vardığında ceketini yayıp üstüne oturdu ve gözlüklerini cebine koyduktan sonra tarihlere göre kesilmiş gazete haberleri, blog yorumlarının olduğu defterini açıp kalemini eline aldı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Leon Lewis
Seri Katil & Tecavüzcü | Londra E. Teşkilatı Komiser Yardımcısı
Seri Katil & Tecavüzcü | Londra E. Teşkilatı Komiser Yardımcısı
Leon Lewis


Mesaj Sayısı : 52
Kayıt tarihi : 05/03/13
Milliyet : İngiliz
Doğum Yeri : İngiltere
Yaşadığı Yer : Londra

Tanrı Kraliçeyi Korusun Empty
MesajKonu: Geri: Tanrı Kraliçeyi Korusun   Tanrı Kraliçeyi Korusun EmptyCuma Nis. 12, 2013 9:01 am

    Gömleğinin arkasından sertçe tutup sürüklediği adamı birkaç defa arabasıyla önünden geçerken görmüştü meydan yakınlarında. Büyük bir marketin yöneticisi olmalıydı muhtemelen. Zira önünden geçtiği marketin afişlerinde gülümserken ve şu anda yerin tozlarını süpüren takımının kalitesine bakacak olursa başka bir şey söylemek adamın parasına hakaret olurdu. Ne büyük kabalık, Leon asla öyle bir patavatsızlığı yapmazdı. Kolundaki çantasına ne kadar yük koyarsa koysun -yediği paralardan mıdır bilinmez- taşıdığı adam kadar ağır olamazdı. Adamı sürüklemeyen elinde fabrikanın girişinde aldığı bir sopa vardı. Teknik olarak adamı bayılmak için bu sopayı kullanmamıştı. Aslında adamı bayılmak için hiçbir şey kullanmamıştı çünkü asıl amacı adamı kendi rızasıyla buraya getirmekti. Ne var ki adamın son model BMW'sine binince adamın o gaz maskesiyle kendisini tanımış, en fazla 10 dakika dayanmasının ardından arabayı sürerken baygınlık geçirivermişti korkudan.

    Güzel kızı Cadillac'ını böylesi yüklü bir pisliği taşıyarak yormayacaktı tabii. İşin yakalanma kısmı da vardı kendi arabasını kullanırken fakat polis cemiyeti gibi geri zekalı insanların sınavla alındığı bir topluluktan asla korkmazdı. Güzel kızının yorulması %01'lik yakalanma ihtimalinden daha çok endişelendiriyordu onu.
    Bugün blogunun açılışının yıl dönümüydü. Sanat eseri cinayetlerini insanlarla paylaşma nezaketini gösterdiği o blogun ilk yayınını layık gördüğü mekandaydı. Bir banka yöneticisini öldürmüş, yeni paylaşımcı misyonuna bomba gibi bir giriş yapmıştı. Öyle bombaydı ki bu giriş magazin programları öve öve bitiremedi Paul Tibbets'i ve moda anlayışını. Onlara yarattıkları ve kendi görevlendirdikleri atom bombacılarını tanıtıyordu. Elbette dillere destan bir giriş olacaktı bu.
    Banka yöneticisini asilce yad etmek için aynı onun kadar son zamanlarda ünlü bir adamı programında konuk ediyordu o gün. İsmini bilmiyordu, fakat cesedi bulunduğunda adının her yerde yazılı olacağına emindi. Değerli konuğu beyefendinin ismini programdan sonra öğrenmeyi tercih ediyordu sadece.

    Sabah işe gitmeden önce paranın verdiği o güzel hisle arabasına binmiş marketler zincirinin yaratıcısı beyefendi, araba kapısını henüz kapatmıştı ki o anda yanındaki koltuktaki polaroid fotoğrafları fark etti. Yanındaki koltuğa uzanıp yakından baktı fotoğrafları. Son bir haftada yaptığı ve kendisi harici kimsenin bildiği her işlerin güzel bir fotoğraf albümünü bulduğunu anladı o an. Fotoğrafların sonuna doğru da az önce evden çıkışına, arabaya yaklaşışına dair iki kare vardı. Birkaç dakika önce çekilmiş olması gereken fotoğraflar... Hangi usta sanatçı böyle güzel kareleri yakalayabilirdi ki? Daha da önemlisi, hangi usta yetenek ondan başka kimsede olmayan araba anahtarı hala kendi cebindeyken arabanın içine girip o fotoğrafları oraya yerleştirmişti? Ürkekçe etrafına bakındı arabanın. Kimseyi göremedi. Bir tehdit mi alıyordu yoksa? Oysa en büyük düşmanı rakip marketin yöneticisiydi -ki o adamın böyle bir işe kalkışacağını sanmıyordu. Titreyen ellerle kravatına dokundu etrafta kimsenin olmadığına emin olunca. Arabasının arka koltuğundaki misafirinden bihaberdi dikiz aynasını kontrol etmeden önce. O anda gaz maskesiyle yolcusunu gördü adam ve ardından polaroid fotoğrafın flaşı patladı, makineden çıkan fotoğrafı netleşmesi için sallayan Paul'ün deri eldivenli elinde kendi korkusunun ne kadar büyük olduğunu gördü.
    Paul Tibbets bu sabahki yolculuğunda ona katılma şerefini göstermişti. Elbette hazırlıksız yakalandığı için korkuyordu adam. Böyle büyük bir sanatçıyı nasıl böyle mahcup bir şekilde ağırlardı? Ne büyük kabalıktı bu...

    Paul'ün gaz maskesi ardından duyulan nefes sesleri harici hiçbir sesi çıkmazken adam Paul'ün ne demek istediğini anlayıp kendi canı uğruna arabayı çalıştırıp sürmeye başladı. Caddeye henüz çıkmışlardı ki Paul ona gidecekleri adresi uzattığı gibi büyük bir sanatçıyla tanışmanın heyecanıyla bayılıverdi hayranı yönetici. Arabanın kontrolünü kaybedip koltuğa yığılan adamın ardından ilk kez Paul'ün sesi duyuldu kibar aksanlı bir küfür eşliğinde. Arka koltuktan arabanın kontrolünü alması zor olsa da, birkaç kazayı kıl payı atlatmış olsalar da sağ sağlim program stüdyosuna varmışlardı.
    Deniz kenarındaki, ününü yayan o terk edilmiş fabrikaya...

    Adamın arabasını fabrikanın çalılıklarla iyice düzensiz görülen bahçesinin tel örgülü kenarına park etmişti. Rezalet uzun yolculuğun ardından arabadan çıkmadan önce şöyle bir gerinde koltuğuna yaslanarak. Cadillac'ı sadece ismiyle dahi kendine yer alan bir araba olmasaydı paraya kıyıp şöyle bir araba almak harcanan paraya değebilirdi belki. Ne var ki sadece maskesini takması bile dünyanın en iyi arabasına sahip birinin arabasını ona armağan etmesine yeterdi. Hem Cadillac'ın ailesel bir değeri vardı. Leon değerlere değer veren birisiydi canım.
    Arabadan çıkıp adamı koltuk altlarından tutup bir çuval gibi adamın uyanınca ne kadar ağrı çekeceğini umursamadan yere bırakıverdi. O anda burnuna gelen pis kokuyla maske altından ekşidi yüzü. Onu görünce idrar torbası da iflas etmiş olmalıydı adamın... Ne yazık, oysa yeni parfümünü özellikle bu buluşma için sıkmıştı kendisi.
    Girişe çivilenmiş tahtalardan birini tekmesiyle döveren çıkarttı. Üzerinde hala çivisi duran bu sopayla açılış yapmak hoş olabilirdi. Eskileri anımsatan, nostaljik bir cinayet aleti... Tabii çivili sopası sadece konu mankeni olmakla yetinecekti zira yıldızları çoktan parlamış özel bıçak seti ceketinin cebinde bulunuyordu. Sopasını sürüyerek adamın yanına döndü, kapasını sopasının ucuyla kaldırıp ceket ve gömleğini sıkıca tuttuğu gibi adamı sürüklemeye başladı.
    Sonuç olarak buradaydı, programının başlaması için son birkaç rötuş kalmıştı.

    Fabrika kapısına yaklaşırken kapının biraz aralanmış olmasını umursamadı. Çok da gözüne batmış bir ayrıntı değildi açıkçası. İçeri sokak hayvanlarının dalması çok olasıydı ki yanındaki sopanın onları etrafından uzak tutacağına da emindi. Kapıya ulaşınca bir saniye bile beklemeden tekmesini savurarak açtı demir kapılarını sonuna kadar. Yükü nedeniyle yalpalayarak ilerlese de biraz daha hızlandırdı adımlarını kulaklarına girişinin yarattığı yankılar ulaşırken. Fabrika makinalarının yanlarından geçerken etrafta duyulabilecek tek ses kapının ardından yeniden yavaş yavaş kapanırken çıkarttığı gıcırtılar ve gaz maskesi nedeniyle daha belirgin çıkan nefeslerinindi. Fabrikanın kirli, kimisi kırık pencerelerinden giren ışıklarının vurduğu tam merkez açıklığına gelince adamın ensesini öylece bırakıp birkaç adım daha ileri gitti. Eşyalarının çoğunu ceplerine soktuğu siyah deri ceketini çıkartıp yere içi üste gelecek şekilde attı. Koluna asılı çantasını ceketinin üzerine büyük bir dikkatle koymuştu ki mekandaki en kıymete ihtiyaç duyan obje o çantanın içerisindeydi. Kemanı.

    Ceketin üzerinden çıkmasıyla siyah pantolonunun içine sokmadığı beyaz, düzenli gömleği de ortaya çıkmıştı. Yakasının ardından bağlı olmayan papyonu görünüyordu ki o bu dağınık halini fiyonk şeklini almış haline tercih ederdi. Kol düğmeleri bağlanmamış gömleğini şöyle bir silkti havaya girmek istercesine. Dağınıktı fakat dağınıklığına rağmen şıktı da. Tam da her anlamda ikon olan Paul'e yakışacağı gibi...
    Bu programda keman çalmayı düşünmüyordu ana tema olarak. Daha da vinci torunluğuna yakışır bir gösteri hazırlamıştı bu sefer. Kemanını ana yemekten önce alınacak atışttırmalık olarak kullanacaktı. Kollarını sıvamasının ardından adama döndü, kollarından aynı çuval taşıma özeniyle kenara çekip bir direğe çantadan çıkarttığı eski ama kalın bir iple kollarını başlamaya başladı. Ağzını bantlama gereği duymuyordu. Sesinin duyulacağı kadar yakında insan yerleşim alanı yoktu. Kim bir terk edilmiş fabrikanın yakınına pikniğe gelirdi ki? Cebinden çıkarttığı tineri adamın ayılmasına yardımcı olması için alelade adamın suratına fışkırtmaya başladı. Tiner kokusu burnunu açardı, hoş bir şeydi tiner kokusu. Uyanırken duyulması gereken güzel esanslardan biriydi sonuçta. hem Da vinci ruhuna ruh da katıyordu... Adamın suratına tiner fışkırtılmasıyla suratını buruştura buruştura uyanmaya başlayacağını biliyordu her ne kadar uzun vakit açacağından da haberi olsa da. Bu nedenle adamı kontrol etmeden çantasına dönüp içerisinden keman çantasını çıkartarak kemanın bıraktığı boş alana yarısı boşaltılmış tineri attı. Keman ve arşesi artık ellerinde çıplakça, tüm güzellikleriyle durduğuna göre program başlangıcını atmasına hiçbir engel kalmamıştı.

    Arşe ve kemanın ucunu aynı elde tutup çantadan video kamerasını çıkarttı. Ayaklarıyla birlikte adamın tam karşısına koyup açtı videoyu. İzleyicilerin olayı kurbanının uyanışından itibaren görmesini isterdi. Üzerine eğildiği kameranın önünden çekilip kamera vizyonundan çıktı polaroid fotoğraf makinesini almak için. Uzaktan adamın uyanırkenki halini de çekmesinin ardından giriş müziğini çalmaya başlayabilirdi. Polaroidini çantaya fırlattıktan sonra yeniden kameranın görüşüne girdi. Arşeti dik bir sırtla kaldırdı. Ardından, bıraktı ellerini kemanın tellerinin üzerinde kayması için. İnce notaların üzerinden geçerken kışın o estetik havasını kusursuz çalışının önünde eğilmesi için çalıyordu adeta. Her zaman yaptığı gibi Mi teline dokundurduğu gibi durdu. Nazik parmaklarıyla okşarcasına notanın üzerine dokunup ucuna kadar dokunmaya devam etti parmaklarıyla. Ve yine sadece Paul Tibbets'in kemanına dokunacağı gibi işaret ve orta parmağını zıt yönlerde doğru tutup kemanıyla sevişiycesine tellerinin tek bir noktasını okşadı. Kemanını selamlamasının ardından çalmaya devam edebilirdi Sonate au Clair de Lune'u...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Robin Adler
Copycat Seri Katil & Kriminoloji Öğrencisi
Copycat Seri Katil & Kriminoloji Öğrencisi
Robin Adler


Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 05/03/13

Tanrı Kraliçeyi Korusun Empty
MesajKonu: Geri: Tanrı Kraliçeyi Korusun   Tanrı Kraliçeyi Korusun EmptyCuma Nis. 12, 2013 9:34 am

    Bir süredir yazıyordu. Her zamanki şeyler, krimonoloji okuyor olmasına karşın yeterince bilgili hissetmiyordu kendisini. Takıntılı olduğunu biliyordu ama bu onu rahatsız etmiyordu. Deliliğin en önemli yanı deli olduğunu fark etmemekti sonuçta, Robin ise her yaptığının bilincinde olduğuna göre sorun yoktu. Yazılanları ezberlemesine rağmen sayfaları şöyle bir çevirip maddelere tekrar göz attı. Hepsi de psikolojik tespitlerdi tabii, CSI dizileri ne derse desin, fiziksel kanıtlarla da bir yere kadar gidilebiliyordu ve polis teşkilatının o yere kadar bile gidemediği aşikardı. Eh, esas önemli olan düşünceydi. Bir katilin aklı. Ne mükemmel bir şeydi, bütün o sıradan, saygısız ve bilgisiz, ot gibi yaşayan insanlardan ayrı, apayrı bir cinsti katiller- o bir insanı bilmeden öldürüp de sonra masumum diye zırlayan salaklar da değil seri katiller. Yine de Robin bu konuda egoist olmaktan oldukça uzaktı her ne kadar teorik olarak kendisi de bir seri katil sayılsa da- meh hayır, o sadece Paul’un gölgesiydi. Kendi öldürme yöntemini geliştirene kadar olgunlaşmasına daha çok vardı ve- ah ne olurdu sanki Paul’le tanışıp onun çırağı olsaydı. Yaşıtlarına uygun bir şekilde tek isteği iyi bir üniversite kazanmak gibi dururken Robin’in esas hayali buydu ve… Çok çalışması gerekiyordu.

    İfadesiz yüzü araba motorunu duyduğunda kedi gibi dikkat kesildi. Yakınlarda durmuştu ve… Buraya park etmeyi bırak, bu fabrikanın yakınlarından araba bile geçmezdi. Boşu boşuna yarım saat yürümemişti hani, en yakın otobüs bile uzakta kalıyordu böyle ıssız bir yere. Hızlı bir hareketle montunu giyip eşyalarını ceplerine tıkarak diğerlerine göre kısmen büyük bir makinaların olduğu yere koşturdu ve karanlıkta kalan bir bölüme tünedi. Ortamda abartılı bir ışık olmadığı için gözlüklerini çıkardı ve bıraktı ki gereğinden büyük gözbebekleri işlerini yapsın.

    Girişi görebiliyordu, ayak seslerini duyabiliyordu ve sadece bir gaz maskesinden çıkabilecek, nedense insanlara korkunç gelen o nefes sesini duyabiliyordu. Robin kendi nefesinin kesildiğini hissetti.

    Eğer Londra’da kendisi dışında bir Paul Tibbets copycati yoksa, ki hiç sanmıyordu, gaz maskesi, keman çantası, her zamanki centilmen görünüşü ve yanında bir sonraki kurbanıyla oradaydı işte. Kanlı-Canlı-Bir-Paul-Tibbets. Çocukluğundan beri beklediği an. Gerçek bir seri katil.

    Eğer inandığı bir tanrı olsaydı ona şükrediyor olurdu. Yutkundu ve gözleri hafifçe büyürken fark etmeden yerine sindi. Tam da rol yapmadan oluşturabileceği en iyi ifadenin bu olduğunu düşünürken içinde yükselen kahkaha atma isteğini bastırmak için elini ağzına dayadı, kolay bir işti tabii ki ama… Tanrım, kendisini hiç bu kadar şanslı hissetmemişti. Biraz korkuyor olabilirdi ama aynı zamanda ilk kez bu kadar mutluydu.

    Buraya nasıl geldiğini hatırlıyorsa rüya falan da değildi bu, yine de Robin kendini çimdikleyerek ufak bir reality check yaptı. Evet, gerçek. Kendini kısa sürede sakinleştirmeyi beceren biri olarak (zaten kırk yılda bir bir şey hissediyordu, onu da bastırabilseydi bir zahmet) yavaşça nefes verdi. Tamam, donakalma evresi geçmişti ama… Lanet olsun- hiperaktivite böyle bir şey miydi? Robin hayatında hissetmediği bir etrafta koşup oynama isteği duyuyordu. Dikkatli bakışları değişmezken sol elini boynuna dayayıp nabzını ölçtü. Fazlasıyla hızlıydı. Evet, fizyolojik tepkiler de tamam. Paul kamerayı yerleştirirken zaten görüş alanına girmemesine rağmen hızlı bir hareketle biraz daha uzaktaki bir makinenin arkasına geçti. Hala olan biteni bütün ayrıntısıyla görüyordu ve… Paul keman çalacaktı, Paul keman çalacaktı. Robin mutluluktan patlayacak kıvama gelmişti şimdi. Heyecandan soğumuş ellerini göğsüne bastırıp bütün merakıyla izlemeye devam etti.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Leon Lewis
Seri Katil & Tecavüzcü | Londra E. Teşkilatı Komiser Yardımcısı
Seri Katil & Tecavüzcü | Londra E. Teşkilatı Komiser Yardımcısı
Leon Lewis


Mesaj Sayısı : 52
Kayıt tarihi : 05/03/13
Milliyet : İngiliz
Doğum Yeri : İngiltere
Yaşadığı Yer : Londra

Tanrı Kraliçeyi Korusun Empty
MesajKonu: Geri: Tanrı Kraliçeyi Korusun   Tanrı Kraliçeyi Korusun EmptyCuma Nis. 12, 2013 9:48 am

    Keman sesi içindeki o ipek kumaşın rüzgarda salınışı gibi salınan duygularına tercuman olabilecek tek sesti belki de. Su sesi bile o ince keman notaları kadar duru, berrak olamazdı. Ne kuşlar istedikleri kadar zorlasınlardı şakıyışlarını keman sesi olabilmek için, ne de rüzgar keskince geçmeliydi objelerin yanından o sert klaslığı verebilmek için. Keman sesi ölümdü. Keman sesi ölümün o mutlak, karamsar güzelliğini yansıtabilecek tek sesti elbette. Huzur verici olsa dahi öylesine sert dahil ederdi ki ruhu hakikate, bir pesimizm ilmiğiyle örülmüş gerçekler kovanına, insanın önünü kesiyordu, düşünmeye zorluyordu; kederlenmeye, ölümü anımsamaya zorluyordu...
    İyi keman çaldığını biliyordu. Çocukluğundan beri en müptelası olduğu alet kemandı nihayetinde. Serserilik dışında ne kadar vakti kaldığıysa onları dinlenmeye yahut kemanına harcamıştı ömrü boyunca. Hatta öyle ki, çoğu zaman dinlenmekten feragat edebiliyordu kemanı için.
    İşte bu yüzden çektiği ve özel saydığı çoğu videosunda kemanına bir baş rol verirdi. İnsanlara estetiğin keskinliğiyle ölümü tanıtmayı istiyordu. Onların yarattıkları bir kavramın onları korkutan şey olduğunu, hakikatin kendilerine ne kadar yakın olduğunu söylüyordu çaldığı her notada. Onları arşesiyle zorluyordu. Pislik dolu bir dünyada yalnızca onlar pisliği daha körükleyebilirlerdi. Paul, onların eseriydi. Ne ekerse onu biçerdi insan, Paul onların hasat zamanının geldiğini kemanıyla bildiriyordu her ölümde.
    Hepsi ölmeyecekler miydi işin sonunda? İşte kemanı, yaratılmış her melodiyle duyana yavaş çekimi yaşattırıyor, ölümün son saniyelerine bir geçiş yapıyordu...

    Melodisinin sonuna gelince kemanın sesi de yavaşça incelmişti bir kalbin son atışları misali. Adamın uyandığını arkasından gelen korku dolu inleme sesleriyle anlayabiliyordu. Kemanını indirip yarım döndü adama doğru. Uzaktan baktı adama hiçbir şey yapmadan. Sürüklenmekten yaraların açılıp toprakla iyice kirlenmiş suratı gözyaşlarıyla yıkanıyordu sanki. Ah, bir de epeyi üşümüş olmalıydı o kadar sürüklenişten sonra: elleri ve burnu kıpkırmızı kesmişti. Eğer suratında bir gaz maskesi olmasaydı Leon'un oluşmuş nazik tebessümü kolayca seçilebilirdi.
    Kamerasının kadrajından çıkıp çantanın bulunduğu yere doğru ilerledi yavaşça. Onun bir acelesi yoktu. Bu yavaşlıkla kurbanının verdiği tepkiler daha tatmin edici oluyordu. Geçen her vakit onlara dokunmadan ettiği bir işkenceydi aslında. Her seferinde daha da yüksek ve acılı çıkan çığlıklar da bunu kanıtlıyordu ya... Dizlerinin üzerine çöküp çantasının diplerinde bir şeyler aramaya başladı. Aradığı şey zorlamamıştı onu; birkaç el karıştırmasından sonra eline gelivermişlerdi. Çantadan çıkarttı altı tırtıklı demiri.

    Her dönem, farklı bir tema seçerdi cinayet serisi için. Muhtemelen bu huyu da onu diğer seri katillerden ayırıyor olmalıydı. Pekala temel cinayet şekli bu dönem temalarına rağmen değişmezdi hiç. Nasıl moda her sene akışını başka yöne çeviriyorsa, o da pek popüler programına renk aktıyordu bu sayede. Geçen sene alevlerle yıkanmıştı her ucuz beden. Ondan önce zehirleri kullanarak kısa yolu seçmişti fakat bu yöntem de açıkçası onu pek tatmin etmemişti. Topluma mesaj vermek konusunda nereden çıkacağı belli olmayan arsenikler epeyi yararlılardı fakat, cık, hiçbir şey tenin tene değdiği işkencelerin yerini tutamıyordu. Bu nedenle o dönemden sonra zehirleri sadece yan kurgu olarak kullanmayı tercih etti. Bu dönemki fikri en az alevler kadar gösterişli olacaktı.
    Ezilmek. En şahane manzarayı yaşatacak bol ezilme dolu bir moda haftasının açılışını yapmak için toplanmışlardı o gün.

    Tırtıklı demiri çizmesinin topuğuna koydu. Ayakkabı altının yanlarına kadar uzun yanlarını minik vidamsı şeylerle ayakkabısına iyice monteledi. Adama doğru yürürken metalin sesi duyuluyordu artık. Karşısındaki adam dış görünüşüyle midesini bulandırıyordu. Mide bulantısı kötüydü, bir sigara gibi. Artık çekilmeyecek kıvama gelmiş sigaralarsa yere atılır, ezilirlerdi.
    Madem çekilmeyecek kıvamdaydı bu adam, öyleyse onu yere atacaktı.
    Kadaraja girdiğinde, adam iyice sesini yükseltmeye başlamıştı ayaklarıyla kendini geri itlemeye çalışırken. Elleri sıkıca bağlı olmasına rağmen bu çırpınma çabası reytinglerini yükseltecek gibiydi. Ama hayır, Leon bu işi reyting için yapmıyordu ki canım. Onun asıl istediği halkının iyiliğiydi. İnsanlığın iyiliği ve onlara biraz olsun bir şey katabilmek... Adamı bağladığı yere gelip göğüs kafesine sert bir tekme savurdu. Bu adamın saçma sudan çıkmış balık hareketlerine mani olmaya yeterdi -en azından yapacağı şey bitene kadar. Ellerindeki ipi çözüp adam yeniden hareket edince bir kez de sol kulağından aynı sertlikte tekme attı. Bu tekme yetmişti aynı iple vücudunu salamlaştırıp ellerini arkasındaki fabrika makinasının üzerine koymaya. Eli ters duruyordu, canı yanıyor olmalıydı fakat... Leon da bunu istemiyor muydu zaten?

    Cebinden uzak bir çakı çıkarttı. Eğildi hafifçe adamın ekşimiş suratına. Baş parmağını elmacık kemiğinin üzerine koyup etini çektirdi tam gözlerinin altı açılsın diye. Çakıyla her iki gözünün de altına birer çizgi çekti. madem bu kadar ağlamaya kararlıydı, bari o gözyaşları bir işe yaramalıydı. Artık her ağladığında yarasına tuz basılıyor hissini duyacaktı içinde. Ama Paul o kadar da kötü sayılmazdı, birazdan yapacakları için ön sevişmeydi bu. Alıştırıyordu onu, evet. Adam inlemeleriyle hareket kabiliyetini geri kazanmaya başladığında çoktan Paul el ayasını fabrika makinasının kenarına koyup atlamıştı makina üzerine.
    Mekana önceden geldiği için burada yapılabilecek her türlü plan için harita aklında çiziliydi. Cinayetin yeri, işkencelerin yapılacağı yerleri bir bir mekana göre tasarlamıştı aslında. Uzun, güzel bir plan...
    Adamın parmak uçlarına bastı topuğuyla. Gücünü verdiğinde ise parmaklarından çıkan çıtırtıları işitiyordu; hissedebiliyordu tırtıklı demir tabakanın altında ezilen eti. Dans edercesine yeterince ellerini ezmesinin ardından çekti ayaklarını ellerinin üzerinden. Birkaç yavaş dans motifinin ardından bu sefer de ters duran bileklerine verdsi gücünü. Yüksek bir çatırtı sesiyle adamın el bilekleri kırıldı, tam tersine döndü kemikleri derisinin üzerinden çıkıtılarla kırık uçlarını göstererek.
    Adamın ikinci kemik kırışında attığı çığlık tüm fabrikayı sarmıştı. Arka fona bir müzik koyarsa -ki şu anda öyle bir planı yoktu- muhtemelen tam bu sahnede o müziğin orkestrası heyecana gelip tüm müzik aletlerine abanmış olurdu. Çığlıkları fabrika makinesinin üzerinden indiğinde dahi tazeliğini koruyarak çalıyordu kulaklarının kapısını. Ürkütü nefes sesleri örtülenmişti. Sanıyordu ki bu andan sonra da hiç duyulmayacaklardı... Ellerinin tozunu kirini yüzü kameraya dönük bir şekilde birbirine vurarak temizlemeye başladı. Parmaklarını kütletti adamın susması için vakit değelendiriyormuş gibi. Ama vakit hatası yapmıştı işte, adam hala bağırarak ağlıyordu. Bu kadar zengin, gururlu, onurlu bir adamın bu hallere düşmesi ne ayıptı ama? Bir çocuktan hiç de farklı durmuyordu. Paul içten içe kınadı adamı. Dıştan da kınamak istemişti ama kader, ne yapsın, kadim maskesini takıyordu.

    Adam gerinmelerinin ardından da susmayınca olaya müdahale etme zorunluluğunu hissetti üzerinde. Yavaşça adama yaklaştı, bir tane çaktı ağzının ortasına elinin tersiyle. Susmuyorsa, zorla susturacaktı. Burası bekleme salonu değildi. Bu kadar acıdan sonra adamın hiçbir yere gidecek aptal cesaretine ve gücüne sahip olmadığının farkında olduğu için onu sabit tutan ipi çözdü kenara fırlattı öyle alelade. Ağır bedenini omuzlarından tutarak yan çevirdi. Sırtıyla kameraya köstek olmak istemezdi. Bu sahneyi çocukların, geleceğin kaçırmasını istemezdi. Baş parmaklarını her iki yandan da adamın elmacık kemiklerine koydu. Tam ezerek kırmak için basıtracakken adamın elinin kalktığını gördü göz ucuyla. Onu durdurmak için dirseklerden kırılmamıştı -hoş, o iğrenç kırık ellerle kolunu kaldırabilmesi bile mucizeydi ya. Bir şeye uzanmak istiyormuş gibiydi. Ölüm öncesi hayalleri? Hiç sanmıyordu. Adamın elinin uzandığı yöne kilitlenmiş gözleri o hayallerin tatlı hülyalarını barındırmıyordu içinde. O, arkasındaki bir şeye uzanıyordu onu tutup kurtarması için. Kaşları çatıldı maske altında. Göz ucuyla elinin uzandığı yere baktı. Arkasında yıllardır kullanılmayan makine yığını dışında bir şey olduğunu hiç hatırlamıyordu. Ama gözleri yeniden adama döndüğünde, az önceki vuruşuyla kan akıttığı kırmızıya boyanmış dudaklarında fark etti bir hareketlenmeyi. Mırıldanıyordu. Konuşmaya çalışıyordu. "Yar-" dercesine oynayan dudakları titreyen kapanıyor, ardından kısık bir sesle tamamlıyordu kelimesini. "-dım" diye tekerrür etti adamı ses çıkartmadan dudaklarıyla. Yardım? Neden yardım çağırıyordu ki? Geçen zamanın ardından yardıma kimsenin gelmeyeceğini anlamış olmalıydı oysa. İyice çatılmış kaşlarla adamı orada bıraktı öylece, kalktı ayağa hızla. Arkasına döndü dikkat kesilmiş gözlerle. Bir operasyonun ortasında kaldığını düşünmüştü ilk. Ama arkasında üniformalı kimseyi göremeyince hükümetin böyle sessiz davranacak kadar bir boka yarayan adamı olmadığını birkez daha anladı. Ama ikinciye arkasını tarayışınca anladığı bir diğer şey de yalnız olmayışlarıydı.

    Bir makine ötede seçmişti ışıkla sadece bir anlık parlayıp sönmüş gözleri. Ona bakıyordu, yaptıklarına. Ve yıllardır içini dışını öğrendiği bu insanoğlunu düşünürse, kesinlikle bir sokak hayvanı değildi canlı izleyicileri. Ya da neye göre doğruydu bu tanım? Eh, belki de öyle demek daha doğru olurdu; evden kaçıp başına olmadık işler açmıştı bu minik köpek.
    Kapı diğer tarafta kaldığı için kaçamayacağını biliyordu onun. Bu nedenle kamerayı fazla merakta bırakmayarak hiçbir şey görememiş gibi geri döndü, ayağıyla zaten sızlayan koluna bastırdı bir daha kaldırmaması için adamın. En ufak kaçma hareketine girişirse, birkaç adımda yakalayacağına da emindi onu. Show devam etmeliydi. Ancak ne yazık ki uzun ve ayrıntılı planı için aynı şeyi söyleyemeyecekti. Henüz listenin başlarında olsa dahi tatlı elmacık kemiklerinden sonra yazan tüm listeyi aklında yakacak, gösterişli bitirişine geçecekti. Belki de bu nedenle zengin olmuştu bu adam; şanslıydı epeyi.

    Elmacık kemiklerini baskıdan titreyen baş parmaklarıyla ezmeye başladı. Adamın kafası zemine dayanmış, bir de çimento zeminde arkasından baskı görürken suratı tanınmayacak hale gelmişti bile kütürtüler eşliğinde. Hızlandırılmış eziyetinin sonunda ayağa kalktı, elini cebine attı, telefonundan bir tuşa bastı ve komutuyla birkaç saniye henüz geçmişti ki fabrikayı çantasından çıkan ses doldurdu. "Tanrı Kraliçeyi Korusun" yankılar eşliğinde çalarken tüm milli duyguları kabarmıştı hani. Ne büyük gururdu ama. Çantasına hızlı adımlarla gitti, altta kalan büyük, katlı kumaşı çıkartıp geri döndü sahnesine. Fabrika makinasının sonundaki duvara çivi ve çekiçleriyle beyaz kumaşı iki ucundan üzerinde yazan okunacak şekilde asmaya başladı hızla. Beş dakika dayanması yeterdi sonuçta.
    Adama döndü geri. Koltukaltlarından tutarak kaldırmaya çalıştı. İddia ediyordu ki daha zordu bu pislik çuvalını kaldırmak bir halteri kaldırmaktan. Sonunda adamı kaldırıp makine sisteminin üzerine koyunca sırtını dikleştirdi o ağır kaldırmanın verdiği hissi üzerinden atmak için. Tanrı Kraliçeyi Korusun tüm ihtişamıyla çalmaya devam ederken o da makineyi çalıştırmak için kontrol düğmesine yürüdü, bastı butona. Makinenin paslanmış dişlilerinin çalışma sesleri marşa karıştı, makinenin üzerinde parçalama bölümüne doğru artık hareket edemez durumdaki inleyen adam gitmeye başladı.
    Birazdan bedeninin her yanı makine bıçaklarında parçalanmaya başlayacak, her tarafı kendi rengine boyayacaktı bedeni. Adam bıçaklara yaklaşırken o da kadrajda boş yer kaplamamak için çıktı görüntüden. Çantasına gitti, mini benzin bidonunu çıkarttı kibritini de cebine atarak. Ateş dönemine bir elveda demek için son kez ateşe de yer verecekti sahnesinde. Benzini makinanın iki yanından itibaren kameraya doğru bir çember çizercesine dönüp kibritini çıkarttı. Bir kibrit çaktı, fırlattı hilal çeklinde döktüğü benzine. Hızla alevler son yolculuğuna çıkmış adamın etrafını sararken, boş beyaz kumaşı da bir turuncu renge dönüşmüştü.

    Sonunda bıçaklara girince adam etrafa kan ve beden parçaları fışkırtarak, makine parçamalama sesiyle Paul'ün çantasından duyulan marşın sesini bastırdı. Paul çoktan makine yanında yerini almıştı. Fırçasını aldı, batırdı adamdan çıkan ve yerde ufak birikintiler oluşturmuş kana. Hızla Mona Lisa'nın silüeti gibi bir gölge çizimi yapmasının ardından makinanın ucuna çıkarak resmin üzerine büyük harflerle "gurur" yazdı, atladı makinadan. Makinanın bıçakları susarken, marş da sonuna gelmişti.

    Sessizlik. Dev ateşlerin çatırtıları eşliğinde fabrikanın içini sarmış bir sessizliği dinliyordu. Gösterinin bitişiyle kamerayı kapatmış olmasına rağmen hiçbir eşyasını geri yerine götürmemişti. Öylece duruyordu kameranın karşısında, alevlerin ortasında hiçbir harekette bulunmadan. Kızgındı. Tüm planını yarıda kestirmiş o davetsiz misafire kızgındı. Alevlerin çıtırtılarını dinlerken biraz olsun kursağında kalmış hevesi dindirmeye çalışıyordu aslında. Bu yıldönümü cinayetiydi. En haz alması gereken cinayet... Ateşin kokusuyla dolmuştu ciğerlerini. Dumanlar etrafını sardığında, evden kaçmış yavru köpeğine evden kaçmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu göstermek için hazırdı.
    Hızlı bir adımla az önceki sessiz duruşuna epeyi tezat bir şekilde döndü, yabancının saklandığı makinaya doğru yürümeye başladı. Sonunda makinanın kenarından onu tamamen görünce henüz sadece ergenlik dönemindeki bir kız olduğunu fark etti. Muhtemelen polisi çoktan aramış olamlıydı, yine de bu ihtimal içindeki hevese söz dinletemezdi. Kızın yanık kahverengi tuttuğu gibi sürüklenip sürüklenmediğini önemsemeden hızlı hızlı ateşten çemberin ortasına getirdi. Belki bunu da çekmeliydi kameraya. Ama bu fareyi tuttuğu için kameraya yönelesi yoktu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Robin Adler
Copycat Seri Katil & Kriminoloji Öğrencisi
Copycat Seri Katil & Kriminoloji Öğrencisi
Robin Adler


Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 05/03/13

Tanrı Kraliçeyi Korusun Empty
MesajKonu: Geri: Tanrı Kraliçeyi Korusun   Tanrı Kraliçeyi Korusun EmptyCuma Nis. 12, 2013 10:06 am

    Robin’e soğukkanlı demek onun için hafif kalırdı. Kız hiçbir şey hissetmiyordu. Kendine yarattığı kişiliğinde bu sosyopatlığı belli eden hiçbir şey yoktu, zaten şu sözde arkadaşlarıyla hiçbir zor duruma düşmemişti ki onlara korkutucu sakinliğini göstersin. Robin onlar için sadece yaşıtlarının ergen triplerinden bıktıklarında kaçacakları rahat ve neşeli bir kızdı, o kadar. Ne kadar da yüzeysel. Gerçekte ne hisset(me)diğini bilemezlerdi. Robin sadece taklitçiydi, tüm akımların güzel yanları kullanılarak çizilmiş bir tablo gibiydi, tam hayallerdeki gibi duruyordu ama eninde sonunda olaya materyalist bakarsanız her şeyin kağıt üzerindeki boyadan ibaret olduğunu bilirdiniz. Robin sadece dikkat dağıtmak için renklenen bir kağıttı, bütün o insanların arasına karışmak için kullandığı boyalar sadece yansımaydı, o ise… Sadece dümdüz, boş bir kağıt.

    Bu acı verici boşluğun içinde tek bir takıntı vardı, tek bir istisna, hemcinslerini öldüren o harika insanlar. Robin bütün bu tekdüzeliğin içinde daha ufacıkken gazete okuduğu haberle birlikte hayatında ilk kez bir şeyler hissetmişti ve- buna takıntılı hale geldiği için kimse kusura bakmasaydı, kendisine bir şeyler hissettirmeyi beceren tek şeyin ardından gidecekti o. Herkesin o çok zevk aldığını sandığı spor bile vücudunu güçlendirmek için bir bahaneydi. Bir maçı kazanmak? Sadece güçlendiğinin küçük bir belirtisiydi- yeterli olduğundan değil, zafer ne kadar büyük olursa olsun asla bir şey hissettirmeye yetmezdi.
    Seri katillerle de haberlerini okuyup özenle saklamak dışında çok da bir iletişim olmadığından, hayatında büyük bir mutluluğu veya heyecanı tatmış sayılmazdı. İnsan öldürmek onun için eylem olarak zevkli değildi, ancak Paul’a yaklaşmayı simgelediği için ümitlenebiliyordu.

    Bu gün ise- bu an ise o kadar farklıydı ki. Robin izlerken- dinlerken suratında içten bir gülümseme oluşmasına engel olamamıştı, malum Paul’dan haberdar olmasıyla gerçek müzikten haberdar olması aynı zamana denk geliyordu. Uzun yıllar takip ettiği bir ünlüye - tanışamasa da- oldukça yaklaşan o hayranların heyecanını anlıyordu şimdi. Eh, o da bir nevi aynı durumdaydı sonuçta, ünlünün mesleği önemli değildi canım. Ama bir kemancı belki de… Müzikle gittikçe sakinleşip o ergen heyecanını atarken sonunda beyni mutluluk hormonlarının etkisinden biraz olsun çıkabilmiş, normal hızlı düşünce akışına geri dönmüştü. –ah hala mutluluk sarhoşuydu, orası ayrı, sadece en azından delirecekmiş gibi değildi. Mutluluktan çıldırmayı, eğer becerebilirse, sapasağlam eve varmayı becerebildiğinde başaracaktı.

    Aslında ezilme teması bu fabrikada geçeceğine göre makinalarla ilgili bir şey olmasını beklerdi –çalışan birkaçı olabilirdi, çalışmasa da Paul bir şey bulurdu, kim bilir… Ama onun yaptığı her şey mükemmeldi canım, hayal kırıklığına uğramak onun ne haddine. Melodi yavaş yavaş biterken adam gibi düşünmesine sebep olan huzur da tükenmişti, ancak şükür ki tekrar aşırı heyecanlı haline dönmemişti.sadece meraklıydı, ah o merak.
    Adamın çırpınışları kendi eserlerinden de aşina olduğu bir şeydi ve, ah evet fena halde sinir bozucuydu. Pek de sadist olmayan bir seri katil olmak zor işti canım. Hoş, sadece kan-şiddet-güç üçgeni için adam öldürmek de fazla mainstream’di ya… Robin seri katillerin hipster’ıydı, yani kim birinin dikkatini çekmek için sürekli adam öldürürdü ki? Robin yapıyordu. Zorunluluk işte.

    Tabii idolünün işinin bir parçasıysa bu çığlıklar bile Robin’e hoş gelirdi- lütfen ama, şurda kutsal bir olayın ortasındaydı, her anından zevk almalıydı. Adamla göz göze gelince bir an kalakaldı. Aman tanrım- ne yapıyordu o? Elini kaldırıp yönünü mü belirtecekti bu- gerizekalı? Bir şeyler de diyordu ve Robin hemen makinenin arkasına geri saklanmasına rağmen adamın hareketini tamamlayıp tamamlamadığına emin olamıyordu- ya Paul fark ettiyse? Nefesi kesildi. Eğer onun işini yarıda bölerse… Kendi sonunu pek iyi görmüyordu. Nefesi geri döndüğünde şans eseri sessiz tutmayı başarabilse de fazla hızlılardı ve bu zaten heyecanlı vücuduna pek de yardımda bulunmuyordu. Lanet olsun- Aklına hiç gelmemişti- o şişman piçin elini kaldırmaya gücü kaldığı! Hemen saklandığı yere geri dönse de Paul bir defa onun olduğu tarafa da bakar gibi olmuştu hem de, kahretsin. Yine de ona doğru gelmediğine göre… Bu sefer görmemişti canım? Kıl payı sıyrılmıştı değil mi? Paul’un geri döndüğünü düşünerek emin olamayarak bir daha kafasını çıkardı.

    Robin, an itibariyle hiç tadacağını düşünmese de o donakalma duygusunu da tatmıştı, bütün o aman-allahım-hareket-edemiyorum-ve-beynim-durdu ihtişamıyla. İyi, ama yeterince iyi olmayan refleksleri sağ olsun hemencecik arkasını dönmüştü –şu ajan filmlerindeki gibi, havalıydı biraz. Velhasıl… Bu sefegörüldüğünü biliyordu. Paul her şeyi görür ve bilirdi.
    Robin zekiydi canım- kimseyi tanrılaştırdığı yoktu- lütfen.

    Spor dışında en berbat durumlarda bile heyecanlanmayıp sakin sakin ne yapılacağını düşünürdü ve- ah evet, çoğu zaman gayet de işe yarar bir şeydi bu. Gelin görün ki bu bazı durumlarda bu pek de bir işe yaramıyordu çünkü bu olayın düpedüz çözümü yoktu. Çıkış kapısına uzaktı, ve sevgili çakısı dışında pek bir silahı yoktu, ve… Paul pek de oturup çay içmeye davet edecek gibi değildi.
    Yutkunurken ses çıkmayan dudakları bir küfürle hareket etti.

    Kahretsin, Robin her şeyin iyi gittiğini düşünmüştü, tek yapacağı oturup sessizce beklemekti. Ama sonra… Ama sonra tüm basit insanların yaptığı hatayı yapmıştı işte, fazla heyecanlanıp bu basit şeyi bile batırmıştı. Tek yapması gereken- tek yapması gereken ikisine de çaktırmadan kenardan izlemekti, bu kadar mı zordu yani?
    Batırmıştı. Batırmıştı. Paul bu kadar sade bir final yapmazdı ve Robin de onun işini böldüğüne göre- ah evet sonu iyi değildi.

    Beyni bütün hızıyla çalışırken bir çözüm bulamamanın çaresizliğini yaşıyordu. Ön çıkışa koşarsa bütün o sporcu hızına rağmen mesafe yüzünden kesin yakalanırdı, başka çıkış yoktu. Pencereler? Duvarlarda dolanan bol bol boru vardı burada, onlara tırmanıp pencerelere ulaşması acaba mümkü- ah hayır, bunlar lanet olası ısınma aletleri falan değillerdi, tırmanmak için yapılmamışlardı ve kesinlikle Robin’in yükünü taşıyabilecek gibi gözükmüyorlardı, kaldı ki pencereler dışarıdan kim bilir kaç metre yüksekteydi. Çıksa da… Burası ıssızdı ve ne kadar yakalamaca oynayabilirdi bilmiyordu. Eli bir an bacağındaki çakısına gitti, sonra vazgeçti.

    Kaybetmişti, bundan sonrası ancak dövüşe falan kalmıştı ki onda bir şansı olduğunu düşünmek aptalcaydı. Ateşin çatırtıları arasından Paul’un tekrar yürümeye başladığını duyunca sırtını makineye dayayıp gözlerini kapattı. Eğer ağlayabiliyor olsaydı, ağlardı.

    ‘‘Merhaba Bay Tibbets?’’ dedi düşündüğü kadar heyecanlı çıkmayan sesiyle. Biraz sonra başına bir şeyler geleceği kesindi, nasıl-

    Aman tanrım, neden saçlar. Olmayan gururu zedelendiğinden falan değil, ancak bu düpedüz fiziksel acı veriyordu ve duyguların aksine, Robin kendini bundan koruyamazdı. Otomatik olarak gözleri yaşarırken çığlık atmamak için dudaklarını ısırıp saçlarındaki baskı azalsın diye ayaklarıyla destek aldı, lanet olsun, konuşması lazımdı, konuşması lazımdı, ama ağzını açarsa çıkacak ses çığlıkla sınırlı kalır diye korkuyordu.
    Bir dakika, Robin korkuyordu. Bu şansı mahvetmekten.

    ‘‘Muhtemelen yalvarmanın yararı olmaz.’’ dedi acıdan biraz yüksek çıkan sesiyle, daha çok kendi kendine konuşur gibi. ‘‘Ama bir dinleseniz çok mutlu olurum Bay Tibbets, hatta söylediklerimden sonra yine de beni öldürmeye kalkarsanız çok karşı koymayacağıma söz veriri-’’ cümlesi ayağının takılmasıyla saçlarındaki baskının bir anda artması yüzünden acı içinde bir iç çekmeyle bölündü- ‘‘Rica etsem?’’ diye bağırdı sonunda eli ulaşmak için dizini bayağı bir büktüğü çakısına uzanırken. Alevler içinde duyulacak keskin bir sesle açılan çakısını pek de rastgele olmayan bir şekilde savurdu, deri eldivenli eli kesmek kolay iş değildi ama Robin de çok güçsüz sayılmazdı canım. En azından bir çizik hani, dikkat çekmek için? ‘‘Eldivenle keman çalmak zor olur sanıyordum, çok başarılıydınız.’’ dedi sonunda lanet acıdan burnunu çekerek.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Willet
the Creator
the Creator
Willet


Mesaj Sayısı : 194
Kayıt tarihi : 28/02/13

Tanrı Kraliçeyi Korusun Empty
MesajKonu: Geri: Tanrı Kraliçeyi Korusun   Tanrı Kraliçeyi Korusun EmptyCuma Nis. 12, 2013 10:24 am

genşler rasengan atamıyos
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://genociderewrite.yetkin-forum.com
Leon Lewis
Seri Katil & Tecavüzcü | Londra E. Teşkilatı Komiser Yardımcısı
Seri Katil & Tecavüzcü | Londra E. Teşkilatı Komiser Yardımcısı
Leon Lewis


Mesaj Sayısı : 52
Kayıt tarihi : 05/03/13
Milliyet : İngiliz
Doğum Yeri : İngiltere
Yaşadığı Yer : Londra

Tanrı Kraliçeyi Korusun Empty
MesajKonu: Geri: Tanrı Kraliçeyi Korusun   Tanrı Kraliçeyi Korusun EmptyCuma Nis. 12, 2013 10:26 am

out: ok.

    Alevlerin arasında kafasını çarpması için sertçe atacaktı yere kızın kafasından iterek. Yine de hiç beklemediği çakı vuruşuyla kız ondan önce davranmış, elinde anlık bir acıyla refleksinin onu bırakmasını sağlamıştı. Hayır, acı da değildi elinde hissettiği. Çakı darbesiyle sadece bir saniyeliğine hissetmişti çakının elinin üzerinden geçtiğini. Ardından çakı darbesini ispatlayacak sadece eldivende açılmış ufak bir kesik kaldı. Eline bir şey olup olmadığını içten içe küfreden bakmak için şöyle bir ters yüz etti elini. Eldivendeki kesiğe rağmen elinde sadece ufak bir kızarma oluşturmuştu çakı. Yine de yarasız kurtulması kızın saldırısının bir ayrıntısını değiştirmiyordu.
    Çakı, çakıyı sallayan el deneyimliydi. O savrulan bıçak eline alalade atılmamıştı. Eli hala havada kalmış bir şekilde sinirli tavırlarını bırakıp hemen önünde yatan kıza baktı kaşlarını çatarak. İncelemeye başladı kızın yüzünün her noktasını. Onu incitmeyi bıraksa dahi kaçamayacağını bildiği için nereden çıktığını çözmeye çalışıyordu avının. Ondan sonra fabrikaya girseydi mutlaka bilirdi, görürdü onu. Öyleyse ondan önce buradaydı ve onu duyunca saklanmıştı bir yere, fakat, neden? Niçin böyle bir yere gelirdi ki normal bir insan?
    İşte o anda kızın yüzünde uzun saniyeler boyunca dikkatle aradığı ayrıntıyı gördü. Gözlerinde apaçık yatıyordu sorusunun cevabı. Neden burada olduğunu bilmesi imkansız olabilirdi ancak, kızın normal biri olmadığı o gözlerinin içini süzmeye başladığı ilk saniyede su yüzüne çıkmıştı...

    Koyu, dipsiz kahverengi gözleri birkaç damla yaşla parıl parıldı. Kahvesine yansımış alevlerin altında yatan o odunsu tonunun koyulaşmış görüntüsü tıpkı cayır cayır yanan ormanlar gibiydi. Dünyanın ciğerlerinin yandığını gördü sanki orada. Ve gözlerinde birikmiş damlalar içindeki yangını söndürmeye yetmeyecekti. Orman ağlıyordu. Ne var ki renklerin sevişmesi ne kadar ilginç bir tablo cizerse çizsin her göz kırpışında yerinden ayrılmıyordu ormanın ölülüğü. Ormanın ağladığı falan yoktu hakikatte. O gözler kesinlikle diğer kurbanlarının gözlerine benzemiyordu. İntikam yeminleri etmemişlerdi, yalvarmıyorlardı da onu bırakması için. Gözlerindeki suretler korkmuyorlardı. Kalbinin dehşetten delicesine attığını göremiyordu.
    Bu sinirini bozmamıştı onun. Kurbanlarının ondan korkmadıkları taktirde zevk alamayan hastalardan değildi o. Aksine o gözleri ve kızın verdiği sert tepki iyice ilgisini çekmişti. Bay Tibbets mi diyordu ona? Genelde "Siktiğimin Tibbetsi", "Kahrolası Tibbets" ya da nefret dışı her söylemler dışında tam ismiyle çağrılırdı. Bu "Bay" eki tüm o cinayet planlarını yok etmişti anında. Bu kızı öldürmeyecekti hemen. Belki bir süre sonra, ancak hayır, o gözlerin altında yatanı öğrenmeden asla.

    Sessizce kaşları çatık bir şekilde merakla süzmeye devam etti kızı. En sonunda o bir ayağı kızın hemen yanında, diğeri ayaklarının kenarında ve omuzları korkutucu saldırgan pozuyla hafif kalkık duruşunu bozdu, geri çekti ayağını kızın önünden bir adım.Bir centilmen gibi sırtını dikleştirdi. Eli epeyi kibar bir tavırla dansa davet edercesine öne gitmiş, ardından sırtına geri çekilmişti: Reverans verdi kıza teşekkür edercesine. İnsanlığı öldürebilirdi fakat estetiği öldürmek de ne haddineydi? Teşekkürünün ardından yavaş bir hareketle bir adım ileri gidip kızın bacaklarının iki yanında durdurarak ayaklarını, dizlerini kırarak eğildi yüzüne doğru. Konuşmasını istiyordu kızın. Nereli olduğunu ne halt yediğini umursamıyordu. Onunda oturup beş çayı da içmeyecekti. Sadece az önceki o yanan ormanla ilgisini çekmiş bu kızla daha iyi planlar yapabileceğini de fark etmişti. Eldivenli eliyle kızın çenesini sertçe tuttu. Uzun bir süre hiçbir şey yapmadan kızın suratını yakından süzdü bu sefer de. Ufak suratı kesinlikle iş yapacak durumdaydı. Bu nazik uzun süreli süzüşün ardından hiç beklenmedik bir anda sertçe tokat attı çizilmiş eldivenli eliyle. Bu eldiveni içindi. Hem, kim her yerden çıkan isyankar veletleri severdi ki? Hele ki bir seri katilin karşısında...

    Tokat atan parmağının ucuyla okşarcasına dokunarak çakısını tuttuğu ele doğru inmeye başladı. Çakıyı tutan eline gelince aynı nazik tavrıyla bir süre elinin üzerinde dolaştı parmakları. Kısa dolaşmalarından sonra aynı tokat atışı kadar sert bir şekilde elindeki çakıyı kaptı, bileğiyle bilhassa acıtmak için kızın bileğine basıtrmaya başladı. Muhtemelen bu baskıdan sonra hafif bir ezik izi kalacaktı fakat, böylesine bir karşılaşmadan sonra kız da bir anı isterdi herhalde. Çakıyı aldıktan sonra aynı nazik tavırlarından bir hayli uzak bir şekilde -yine de kimse hareketlerinin karizma taşıyan harmonisini reddedemezdi herhalde?- çökmüş ayaklarından birini kaldırıp kızın göğüs kafesine dayayarak geriye itledi. Doğrulmasının ardından bu sefer de tamamen kızın üzerine eğilmiş, bir ayağı kızın yerde yatmasını sağlarken diğeriyle dizinin üzerinde duruyordu. Açık çakıyla kızın az önce elini saldıran elinin üzerinde tuttu elini. Yine de çakıyı keskin tarafının üzerinden bastırmayışı elinde yara açılmasını engelliyor, sadece çekilen kanla renginin atmasına sebep oluyordu. Bir süre ağırlığı altında duran kızı izlemesinin ardından eline dayalı bıçağı yan çevirdi, keskin tarafıyla avcunun içine batırmaya başladı. Çakının girişiyle avucundan çıkan kanlar akarak kızın elinin kenarını boyadı. Madem deneyimli bir saldırgandı, öyleyse el nasıl kesilir bir de eksperinden öğrenmeliydi. Kızın elini yalarak elinin etrafında toplanmış pek de fazla olmayan kanlar arasında çakıyı yarım santim kadar içeri sokmasının ardından durdu. Yeniden baktı kızın suratına. Elini tamamen de kesebilirdi fakat... Kızı bir de boydan boya süzünce bahsi geçen başka planlar çaktı aklında. Neden ayağına gelmiş birini yaralıyordu ki? Kader ona yıldönümü pastası yollamıştı, bu pastayı berbat etmek de neyin nesiydi? Tadına bakmak varken...

    Çakıyı çıkarttı. Yavaşça pantolonunun iç cebine soktu boş eliyle kızın boynundan sıkıca tutarken. Çocukların keskin şeylerle oynaması tehlikeliydi. Kızın göğsünde duran ayağını yana çekti diğer ayağı gibi dizi üzerine çökerek. Kıza üstten bakarken bu sefer kızın bedeninde kötü bir iz bırakacak hiçbir şey yapmıyordu uzuvları. Gözleri kızın göğüslerine dolaşmaya başladı. Paltosunun altından dahi dolgunluğu seçilebilen göğüsleri pastasını daha davetkar kılıyordu. Hem anca bu kadar isabet olurdu. Üç hafta önce şehir dışına doğru bindiği taksiden inen bir kadına tecavüzü dışında hiçbir kadına dirençli tecavüz etmemişti...
    Hızla ayağa kalktı kızın üzerinden. Sırtını kıza dönüp omuzlarını oynatarak kemiklerini çatırdatmaya başladı. Ellerini ileri uzatarak kütletmesinin ardından hazır hissetiği anda geri döndü yüzünü. Kıza doğru birkaç adım atmasına rağmen bu sefer kızı altına almamıştı. Kızın hemen yanında çöktü. Neredeyse yanına uzanacakmış gibi eğildi, bir elini kızın yanağına koyup başını öncekinden çok daha nazik bir şekilde kaldırmaya başladı hafif hafif, canının yanmasını istemiyormuşçasına. Kızı yeterince doğrultmasının altından hızla çözmeye başladı paltosunun önünü. Paltosu tamamen açıldığı zaman mevsime o kadar da uygun olmayan elbisesi tamamen açılmıştı. Bir bacağını kızın kafasının yanından kafasını ayırmadan bacaklarının arasına attı. Paltosunu açan eliyle bacaklarına yavaşça ilerleyip aralarını açtı daha da. Çıkarttı arka cebine attığı çakıyı. Batmamasına dikkat ederek elbisesinin eteğini daha da açarcasına bacağının üzerinden kasıklarına kadar yükseltmeye başladı. Kızın elbisesinin eteği iç çamaşırının da üstüne kadar açıldığı zaman çakıyı iç çamaşarının üzerine çıkartmıştı nazikçe dokundurarak. Kız çırpınmaya başladığı gibi ensesinden yanağına götürdüğü eliyle anında canını yakabilirdi. Bu nedenle bu serbest tavrını bir gram umursamadı. Çakının dolaştığı bölgeyi düşünürse, kızın da ne yapacağını öğrendiğini umuyordu artık?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Robin Adler
Copycat Seri Katil & Kriminoloji Öğrencisi
Copycat Seri Katil & Kriminoloji Öğrencisi
Robin Adler


Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 05/03/13

Tanrı Kraliçeyi Korusun Empty
MesajKonu: Geri: Tanrı Kraliçeyi Korusun   Tanrı Kraliçeyi Korusun EmptyCuma Nis. 12, 2013 10:40 am

    Bırakılmıştı, Saçları serbestti! Hallelujah! Şu ufak çakı numarasının gerçekten işe yarayacağını düşünmemişti ama, vay canına. Eh, tabii ki Paul’ü incitmek yapmak isteyeceği en son şeydi ama katil modundayken onu konuşa konuşa ikna etmek de kolay değildi, bundan sonraki basamak o olsa da. Bırakılmanın etkisiyle oturduğu yerde kafatasını ovuşturarak bilinçsizce ayaklarıyla kendini geriye iteledi.

    Durmak bilmeyen beyni ise her hareketiyle dalga geçmek istercesine yeni yeni tespitler yapmakla gurur duyuyor gibiydi- gurur duyabilseydi hani. Geriliyorsun, hem de ayaklarını yere sürtmek gibi zavallıca bir şekilde. Demek ki sen de korkuyorsun Robin, tıpkı o küçümsediğin kurbanlar gibi. Ama Robin itiraz ediyordu- Paul kızgınken olduğu yerde durup kaderini mi bekleseydi yani? Biraz olsun şu insan güdülerine kulak vermek belki bir işe yarardı- böyle düşündüğüne bakmayın tabii, öyle bir haldeydi ki istese de istemese de şu belli belirsiz duyguların etkisine giriyordu. Katillerin büyüsü işte. Bir şeyler yapması gerekliydi- fakat fiziksel bir çözüm düşünmeye çalışmak gereksizdi. İfadesiz gözleri beyni ne derse desin kapıya kaydı- özgürlüğe falan açılan o kapıya hani. Normalde Paul’den kaçmazdı, ama ilk karşılaşmada bu kadar da batırmayı beklemiyordu. Paul’le özel bir cinayetini bölmesine sebep olarak tanışmak… Kabus gibiydi.

    ‘‘Özür dilerim.’’ dedi alçak ama duyulabilir bir sesle, sesi özellikle üzgün çıkmıyordu ama rol yapmadığı sürece bu da mümkün değildi zaten. Ve koskoca Bay Tibbets’in önünde rol yapıp anlamamasını mı umacaktı? Lütfen, yılışık arkadaşlarının yanında olmadığı sürece samimiyetsizliğe gerek yoktu, hayatındaki en tehlikeli durum içerisindeyken bile. ‘‘Bu günün önemini biliyorum. Bölmek istememiştim.’’ diye devam etti kısa bir süre durduktan sonra. ‘‘O adamın bana işaret edeceğini tahmin etmemiştim Bay Tibbets, gerçekten özür dilerim.’’

    Parmakları saç köklerini rahatlatmak için son birkaç hareketlerini yaptıktan sonra elleri aşağıya indirip Paul’e bakmaya cesaret etti. Videolarda gördüğü o kurbanların dehşeti tamamen anlaşılabilirdi, normal hayatında (?) milletin hislerini anlamak için ifade okumakta usta olan Robin, maskeli biri karşısında tamamen savunmasızdı- bir dakika, değildi. Vücut dili.
    İsteği dışında gittikçe daha da gerildiğini fark edip derin bir nefes aldı ve incelemeye hazırlandı. Tamam, elini incelerken kızgındı, tamamen doğal. ‘‘Eldiven için… Ek olarak özür dilerim, dikkatinizi çekmem lazımdı.’’ dedi eliyle yırtılmış eldiveni işaret ederek. ‘‘Yalvarmanın işe yaramayacağını tahmin ettim, her geri zekâlının yaptığı şey sonuçta.’’ Paul gerileyince rahatlamak için erken olmasına rağmen bir an nefes verdi. Reverans verince ise – kızarabilseydi kızarırdı, şu yaşıtları gibi hani. Mesajının birazı olsun gitmişti hani belki? Ve bu Robin’in çarpık romantizm anlayışına göre çok romantikti! Cesediyle de vals yapsa tam olurdu hani- ama bir dakika, onun için ölmek gerekiyordu.

    Paul üstüne eğilince şu panik dedikleri şeyi hissetti ufak ufak- ah evet, sonunda insansı hisler. Çenesi tutulunca gözlerini kaçırdı, Paul, beni utandırıyorsun. ‘‘Ben… ’’ iç çekti. Kendisinden bahsetmenin bir yarar sağlamayacağını hissediyordu, en salak kurbanlar bile yaparlardı bunu. Aman tanrım lütfen beni bırak, karım ve çocuklarım var vıdı vıdı… Sonunda söyleyeceğini topladığında ; ‘‘Blogunuzun yıl dönümü kutlu olsun? Yemin ederim, polisi aramadım.’’ dedi doğruyu söylediği belli olsun diye Paul’ün gözlerine (?) bakmayı deneyerek.
    Ve merhaba, seni özlemiştik acı. Tamam, Robin hayatında tokat yememiş biri değildi. Annesi normal bir anneydi, fakat aşırı kızdığı zamanlarda Robin’e bir iki kez vurmamış değildi –eveti her normal anne gibi. Onun pek de güçlü olmayan ve hemen ardından özür dilediği birkaç tokadı dışında ise Robin’in tattığı tek acılar spor yaralarıydı. Ve genel olarak, ruhunun bütün o hastalıklı hallerine rağmen mazoşist falan değildi, acının hoşuna gittiğini söyleyemezdi.

    Gözleri kapalıydı. Tokatın etkisiyle dönen başını çevirmeye cesaret edemezken nefes almadığını fark edip hıçkırırcasına nefes verdi. Dişlerinin yanağının içini kestiği yerden tuzlu kan tadı geliyordu. Midesi bulanıyordu ama böyle ufak bir şeyin dramasını çıkarmayacaktı, bulantısını bir şekilde bastırıp kanı yere tükürdü. Dudaklarının ıslandığını hissetmesine rağmen silmeye cesaret edemiyordu –ayrıca favori montunu kırmızıya boyamayacaktı teşekkürler.

    Cezayı hak ettiğini biliyordu, Paul ona kibarca dokunurken bunun uzun sürmeyeceğini de biliyordu ama… Çakısı önemliydi. Kendini korumak için, ufacık da olsa tek şansıydı ve zaten sıkıca tuttuğu elindeki çakıyı iyice sıktı fark etmeden. ‘‘Hayır- Lütfen-’’ elinde olmadan konuşuyordu –daha önce hiç başına gelmeyen bir şeydi. Kendisi fark etmeden o oldukça hor gördüğü kurbanlara benzemeye başlıyordu, ve tabii ki, bu da daha önce hiç başına gelmeyen bir şeydi. Ah, işte bu yüzden sosyopat olmakla hiçbir sorunu yoktu. Duygular insanı salaklaştırıyordu işte! Onlar olmadan doğmak bir hediyeydi! Ama Robin bu konuda bencil sayılırdı. Etrafında gördükleri kişiler kadar sığ bir şekilde olmasa da hissetmeyi o da istiyordu, eğer istemeseydi seri katil kavramını öğrendiği andan onların peşinden gitmezdi, değil mi?

    Fark etmeden söylediği sözcükler bitmeden çakısı elinden gitmişti ve bileği, bileği fena halde acıyordu- Eyvah, bileği. O kolla raket- Ya da daha önemlisi, birilerinin kafasını ezdiği beyzbol sopasını tutuyordu! Önemliydi o kolu! Yine de; ses çıkarmamak için kanlı dudaklarını tekrar ısırıp gözlerini yumarken bunlar aklında sadece bir anlık çakan şeylerdi. İnsan kendini asla acıya hazırlayamıyordu, doğru dürüst de düşünemiyordu. Ama en azından bu sefer gözleri dolmamıştı, önceki gözyaşları da çoktan kirpikleri arasında dağılıp gitmişti. Derken… Paul, bilerek ya da bilmeyerek cinsiyeti sağ olsun en çok acıyan yerlerini hedef alan Paul, ağır çizmesiyle göğsüne bastığında tekrar gözleri yandı.
    Nefes almak zordu. Oldukça. ‘‘Kaburga kırılması tehlikelidir.’’ diye muhtemelen duyulmayacak şekilde sessizce mırıldandı tavana bakarak. Riskleri bilmek de önemliydi. ‘‘Erken ölebilirim. Hoş olmaz.’’ dedi kendi kendine konuşurcasına. Çakı biraz sonra derisine gireceğini haber verircesine elinde dolaşırken dikkatini dağıtması gerekiyordu, ah sevgili göğsü de acı içindeydi.

    Eli kesilirken parmakları kontrolsüzce titriyordu, tekrar gözlerini yumdu. Bu videoları izlemeye benzemiyordu, benzemesini de beklemiyordu zaten. Planı bir plan ne kadar berbat gidebilirse o kadar berbat gitmişti. Çakı hala elinde dururken titreyen dudaklarına rağmen gözleri, yine ölüydü. ‘‘Cezalandırılmayı hak ettiğimi biliyorum- istediğiniz gibi canımı yakın ama lütfen, öldürmek için başka birini bulabilirsiniz-’’ Çakı elinden çıkınca su altından çıkmış gibi derin bir nefes aldı, ama sessizce. Kanayan elini diğer eliyle korurcasına tutup göğsüne çekerken tek istediği bacaklarını da göğsüne çekip bir top halinde durarak acının geçmesini beklemekti. Paul ayağını da göğsünden çekince ise bir an mutluluktan ağlayacak kıvama gelmişti- sadece bir an.

    Oldukça azalmış olan cesaretini hareket etmek yerine cümlesini tamamlamaya harcamayı tercih etti. Rol-Robin’inin gerginken yaptığı gibi dudaklarını yalamaya kalktı- ki büyük bir hataydı, kan tadı geldiği gibi yüzünü ekşiterek dudaklarını birbirine bastırdı. ‘‘Bir cinayete kurban olmaktan çok daha kullanışlıyım ben- her türlü şeyi yaparım sizin için ama lütfen, lütfen, beni bir cinayetle harcamayın. Egoistlik değil bu. Ciddiyim.’’
    Paul’ün maskesinin ardından gözlerini görmeyi bilmem kaçıncı kez dileyerek suratına baktı. Ki bu bakış uzun sürmedi- Paul hızla ayağa kalkınca bir an ufak bir ümidin yeşerdiğini hissetti- belki de cidden işi bitmişti? İkna olmuştu Robin’in diğer kurbanlar gibi olmadığına? Sonra - hatta mümkünse gerçek kimliğindeyken onu bulup birlikte adam gibi seri katil muhabbeti yapacaklardı, o neyse artık?

    Hayaller, hayaller. Paul’un yürüyüp gitmek için gerindiğini sanmıyordu. Kanı donarak bir an olduğu yerde kalakaldıktan sonra ellerini göğsünden ayırarak bu sefer yarasız eliyle yerden destek alarak geriledi. Bacaklarını topladı, korku hormonları düşüncelerini bulutlandırırken tek bildiği bütün umutlarının suya düştüğüydü. Paul yüzünü geri döndüğü anda Robin’in paniği hareketlerine iyice söz geçirmeye başlayıp kendini daha da aceleyle uzaklaştırmasını sağlamıştı.

    Yine de bir yerden sonra durmaktan başka seçeneği yoktu. Biraz önce yaşadıklarından sonra Paul’ün kibar hareketlerinin artık düpedüz şiddet içerenlerden daha çok korkutucu olduğunu anladığı an nefesleri biraz daha hızlandı. ‘‘Ama ben… ’’ dedi zayıf çıkan sesiyle; Size söyledim, beni öldürmenin en iyi seçenek olmadığını söyledim…
    Artık, canı ne kadar yanacaksa yansın çenesini kapatmanın en iyisi olduğunu biliyordu, ağzına kumaş falan tıkılmasını istemiyordu ve… En iyisi Paul’ü olabildiğince az sinirlendirmekti.
    Montu çözülürken hala titreyen elindeki titreme bütün vücuduna yayılmıştı, ah hayır, bu bir şey ifade etmiyordu canım, montunu çıkarmak sadece kesmek için falan daha çok yerine ulaşmak içindi değil mi? Değil mi? Blogunda videoları –eh bir zahmet- olmamasına rağmen haberlerde seri katilliğin Paul’ün işlediği tek suç olmadığını biliyordu ama…

    Sevgili beyni ise bütün o dehşetle sulandırılmış halinde bile ihtişamını göstermeye kararlıydı; Reddetme, ilk aşama. dedi içindeki sinir bozucu tiz ses. Robin yutkundu. Az üşüyen bir insan olduğu için mevsim fark etmeksizin kapalı giyinmezken şimdi şu lanet duygular sağ olsun titremesini kesemiyordu. İnsanın korkuyu hissettiği ilk an bu kadar fena olmamalıydı. Robin nefret etmişti bu duygudan. Özellikle beyninin donmasından, bacakları açılırken bile bir şey yapamıyordu. Lisedeki popülariteyi korumak sadece kenarda durup spor yapmakla mümkün olmadığından tam olarak masum körpe kız sayılmazdı ama… Hayır, bu kadarı çok fazlaydı, Fahişeler bile tecavüze uğramayı istemezlerdi. ‘‘Hayır. kastettiğim bu değildi…’’ Hala panikle hızlı nefes alıyordu, oksijen, oksijen önemliydi. Oksijen beyni çalıştırırdı. ‘‘Diğer kurbanlar gibi değilim ben… Öyle düşünmüyorum… Lütfen… Polisi aramadım, yanımda telefon bile yok…’’

    Lanet çakı… Kendi çakısı, kendi sadık çakısı Paul’un elindeydi. Normalde gurur verici bir olay olmalıydı tabi, ama kendisine karşı bu şekilde kullanılırken… Robin kusmak istiyordu. Giderek azalan düşünme yeteneği artık yerini tamamen içgüdüye bırakırken uzun zaman önce elediği kendini fiziksel yollarla kurtarma seçeneği artık tek yoldu, düşünmeden, birazdan savaşacağı hakkında hiçbir işaret vermeden kanayan eliyle Paul’un çakıyı tutan eline ulaşmaya çalıştı, sonra bacağını tekmelerdi, bir yandan da sağlam eliyle yanağındaki elini uzaklaştırırdı. Bunların hepsini aynı anda, kendisinden güçlü birine yapmak beyni bu derece dehşet içindeyken gayet kabullenilebilir bir çözümdü.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Leon Lewis
Seri Katil & Tecavüzcü | Londra E. Teşkilatı Komiser Yardımcısı
Seri Katil & Tecavüzcü | Londra E. Teşkilatı Komiser Yardımcısı
Leon Lewis


Mesaj Sayısı : 52
Kayıt tarihi : 05/03/13
Milliyet : İngiliz
Doğum Yeri : İngiltere
Yaşadığı Yer : Londra

Tanrı Kraliçeyi Korusun Empty
MesajKonu: Geri: Tanrı Kraliçeyi Korusun   Tanrı Kraliçeyi Korusun EmptyCuma Nis. 12, 2013 10:45 am

    Teknik olarak işine yavaşça, olabildiğince kibarca başlamasının nedeni kızın bir şekilde kendisinden nefret ettirmemiş olmasıydı. O surette ki kızın söyledikleri ilk anda ona yaşattığı merakın tazeliğini hiç yoketmiyordu. Hangi insan onu öldürme ihtimali olacak birine; dışarıda akrabalarına tecavüz eden, arkadaşlarını canice öldürmüş birine karşı böyle sözler sarf ederdi ki? Üstelik böylesi bir ses tonuyla... En zayıf noktadan vurulmuş atışı da yıldönümü sözüydü. Bu kız ya intikam almaya gelmiş soğukkanlı salağın tekiydi ya da polis teşkilatına yeni katılmiş körpe biri. Eğer ikincisiyse gerçek, başının belada olduğunu düşünebilirdi her ne kadar bu bela hoşuna gitse de. Nereye gidebileceğini tahmin etmişti polisler en başta. Kişiliğini de biraz olsun çözmüş olmalıydılar? Bu Emniyet Teşkilatı açısından çok büyük bir evrimdi. Sırf bu yüzden bile elinde hediyeler ve çiçekle emniyet müdürlüğüne kutlamaya gitmesi gerekirdi.
    Ama ilk seçenekse kızın bu bilgisinin altında yatan şey, günü yalnızca yarıda kesilmekten ibaret kalmış demekti.

    Kız çırpınmaya başlayınca etrafı dinlemeyi planlamış kulaklarının konsantresi anında değildi. Eğer etrafta kızın davet ettiği polis teşkilatından bir tim varsa ses çıkarmadan bir operasyon yapmaları imkansızdı. Hadi ama, Polis Teşkilatından bahsediyordu her ne evrimi geçirme ihtimalleri olursa olsun. Çakıya uzanmış elini sertçe geri itip altında debelenirken o, daha da üzerine çıktı kontrolü altına alabilmek için. Kızın ensesinden elini çekip iki eliyle kollarını yere sabitledi. Bu isyan da neyin nesiydi öyle? Ne güzel anlaşmıyorlar mıydı ki? Bay Tibbets'i ona nazik davranacaktı işte? Bay Tibbets'ini kızdırıyordu ama... Kızın üzerindeki montu çıkartıp fırlatmak istiyordu, ne var ki onu çıkartmak kız çırpınırken pek de kolay sayılmazdı. Hem itiraf etmeliydi. Yaşının körpeliğine rağmen, kesinlikle klasik kurbanları kadar güçsüz değildi -yine de Leon kolayca onu kontrolü altına alabiliyordu ya, o da Paul'ün yüceliğine verilmeliydi canım... Kızın tekme savurma çabası etkisiz değildi o kadar da. Ayağına geçirilmiş tekme sinirini harmanladı epeyi. Sonunda kızın kollarını havaya kaldırıp tek eliyle sabitleyince hızlı nefes alışları da başladı sakinleşmeye. Hızla inip kalkan göğsü, durgunlaştı, yavaşladı hareketlerinin güçlülüğünün kayboluşuyla eşit orantıda. Diğer eli öylece ortada durdu nefesleri tamamen kontrolü altına alınıncaya kadar. Nihayet her yönden rahatlayınca boş eliyle işaret parmağını kaldırıp kıza doğru tuttu onu ayıplarcasına. Elini kemerine attı, hızla çıkartmaya başladı. Kemeri tamamen çıkınca hala sıkıca tuttuğu ellerini sarmaya başladı en ufak bir kaçma payı bırakmamaya dikkat ederek. Böyle anlaşmamalarına rağmen madem oyunbozanlık yapacaktı kız, kontrolü elden bırakmamalıydı o da. Her şeyin bir adabı vardı ama. Elleri tamamen kemeriyle bağlanınca -kemerle çok daha iyi işler de yapılabilirdi ya- kolunu tutmaya devam etti iki kolunu da kaldırmaması için.

    Hala boştaki elindeki çakıyla kızın elbisesinin göğüs kısmını tuttu, sertçe çekip yırttı elbisesini kızın. Teni daha da ortaya çıkarken yavaşça kızın elbisesini beline kadar sıyırıyordu. Eh, şimdi çıplak sayılabilirdi karşısındaki kız. Maske ne kötü şeydi ama... Dudaklarını kızın dudaklarına bastırıp göğüs kıvrımlarında dilini dolaştırmak isterdi. Mal hiç de kötü değildi ne de olsa. Tazeydi, baştan çıkarıcıydı. Bir sübyancı olsaydı kızı metresliğine kabul ettirmek adına parasıyla kızın gözüne boyamaya çalışırdı, evet, otellere yakışacak bir bedeni vardı kızın...
    Ah, sadece maskesine de küfretmemeliydi. Eldivenleri de zevkine çomak sokmak konusunda başarılıydı ne de olsa. Kızın sütyenini açarken eldivenindeki kanlar kızın bedenine bulaşıyordu hafif hafif. Kan iyiydi; onu daha kabul görülesi kılardı. İç çamaşırını önceki nezaketini pek göstermeden çıkartıp iri göğüslerinin vücudu üzerinde yayılmasını izledi. Kızı karşısında neredeyse tamamen soymasının ardından durdurdu hareketlerini. Derin nefeslerle izlemeye başladı kızın bedenini. Göğsünün daha belirgin inip kalkmasına engel olmadı. Belki de maskesini bu anda çıkartmalıydı kız için. Onu süzerkenki gözlerini görmesi kıza iltifat ettiğini açıklamış olurdu.
    Sessizce, eliyle kızın göğüslerine uzanıp etrafına pek de bastırmadan dokundu görüntüyü bozmak istemiyormuşçasına. Kız ne kadar ihanet etmiş olsa da ona, bir beyefendi her zaman nezaketini korurdu. Göğüslerinin üzerinde ufak bir gezintinin ardından elini havaya kaldırdı, işaret parmağını kızın dudaklarına götürüp sessiz olmasını söyledi. Çakıyı yeniden pantolonunun arka cebine atıp kollarını tutan elini tek hamlede aşağı kaydırıp kızın gözlerini kapattı hiçbir şey göremeyeceği şekilde. Daha önce çakısını tutan eliyle pantolonunun düğmesini açmaya başladı. Pantolonunu kasıklarının altına kadar indirince malıyla oynamaya gerçek anlamda hiçbir engel kalmamıştı.

    Uzun bir nefesi çekti ciğerlerine başlamadan önce. Ardından elini gaz maskesine attı yüzünün yarısı açılacak şekilde sıyırdı kafasının üstüne doğru. Kızı işi bittikten sonra öldürmeyi planlıyordu. ya da öylece bir kenara fırlatıp giderdi: pek de farklı sayılmazdı ikisi de işin sonunda. Bu nedenle yüzünü görüp görmemesi fazla mühim değildi. Yine de eli sıkıca kızın gözlerini kapamaktan geri durmuyordu. Eğildi kızın suratına doğru. Parmakları bacakları arasında bir yılanın kıvrılışları gibi dolanırken birkaç saniye kızın nefeslerini içine çekti, kızla birlikte nefes aldı. Eldivenini yere sürüyerek çıkarttı, kütletti parmaklarını. Parmakları içeri girmeden bir saniye önce dudaklarını yapıştırmıştı dudaklarına. Emerken kızın dudaklarını tüm şehvetiyle kızı kendine çekmek istercesine, kızın zevk alması için özel gücünü kullanmasına hiç gerek olmadığını biliyordu. Parmakları hızlanırken öpüşü de sertleşti, iyice bastırdı kızın kafasını yere. Parmaklarını çıkarttığı zaman eli kızın sıvısıyla sarılı haldeydi. Dudaklarını çekti dudaklarından. Vücudundan fazla uzağa çekmeden kesik nefeslerle göğüslerine kadar indirdi. Kız üzerinde gel-gitlerine başlamadan önce bacaklarını hala silmediği eliyle açtı son kez. İşine başladığındaysa elleriyle göğüslerini ovuyordu sertçe emerken bir diğer yandan.

    Dudaklarını çekerken nefes nefese kalmıştı. Eli hala kızın gözlerindeydi; uyuşmuştu parmakları kızın gözleri açılmasın diye bastırmaktan. Maskesini geri indirdi. Kızın üzerinden doğrulmadı birkaç dakika boyunca nefes almaktan başka hiçbir şey yapmayarak. Kızın gözlerine bakmıyordu yine de. Avarece dolaşıyordu bakışları zeminde gereksiz yere. Evet, bu hissi özlemişti. Bu hissi bir çocuğun noel hediyelerini özlemesinden çok daha fazla özlemişti. Hafifçe kıkırdamaya başladı kafasını yavaş yavaş geriye attırırken. Kahkahaları fazla büyümeden usulca söndü. Ne var ki mekanın bir diğer misafirinin sesi ancak o zaman tamamen dikaktini çekmişti. Kahkahasından önce de dışarıdan gelen birkaç çıtırtı duymuştu fakat... neden önemsemeliydi ki bu çıtırtıyı? Fakat şimdi kulaklarına gelen kesik adım sesleri git gide ona yaklaşırken eğlencesinin birkez daha bölündüğünü çok net aldı. Hiçbir şey yapmadı olduğu yerde durarak. Gizlendiğini sanan ayak seslerine bakacak olursa misafiri henüz gelmişti mekana, yeni yeni yaklaşıyordu ona. Yüzünü görmesi imkansızdı. Ah, bundan da çıkartıyordu ki misafiri salak polislerden biriydi. Ama neden? Komiser yardımcısı oyken ondan habersiz nasıl bir göreve çıkabilirdi ki bu ahmak?

    Hareket etmeden polisin hareketini yapmasını bekledi. Sonunda tam kafasının arkasından mermiyi namluya sürme sesini işittiğince maskenin ardından dudakları burkuldu. Yavaşça, hiçbir telaşta bulunmadan ellerini teslim oluyormuşçasına havaya kaldırdı, arkasına dönmeye başladı. Ancak karşısında gördüğü kişiyle kalkan elleri duruverdi yarıda. James Wright. Şu saf, sevimli, sakar, salak şey. Eğer canlı dönebilirse müdürlüğe muhtemelen heyecanlı heyecanlı saygıdeğer komiser yardımcısına olanları anlatacaktı... Emniyet müdürlüğünde Matthew'den sonra oynamaktan en çok zevk aldığı oyuncaklardan biriydi şapşallığıyla. Halkı korumakla ilgili söylediği zırvalarla öyle tatlıydı ki, yiyesi geliyordu Leon'un. Ne zavallı şeydi ama.
    Cık cıklamaya başladı titreyen eliyle silahı tutan polis memuruna. İlgisi altında en korkutucu polis memuruyla yanlış başına karşılaşmışlardı, neden titremeyecekti ki elleri? Tek başına olduğunu biliyordu, çünkü ondan başka hiçbir ses yoktu mekanda. Uykudaydı hala terk edilmiş fabrika.
    "Ellerini kaldır!" diye bağırdı James. Paul zaten havada olan ellerini uslu uslu kaldırdığını göstermek istercesine bir kere salladı gülümseyerek. Klişe polis repliklerini karıştırıyor olmalıydı muhtemelen genç adam. Biraz sonra sessiz kalma hakkına sahipsiz derse hiç şaşırmayacaktı...
    "Artık Kraliçenin huzurunu kaçıramayacaksın aşağılık serseri." Sesi ne kadar da kendine güvenir çıkıyordu ama? Gözleri dolacaktı Leon'un genç adamın gururu karşısında. Adamın gözleri kenara kayıyordu arada hala yanan alevlerin arasındaki manzaranın dehşetiyle. Leon hafifçe eğilerek selam verdi adama. Kraliçe'nin huzuru mu? Karşı çıkmak da ne haddineydi. Yeniden kaldırdı elini doğrulunca. Adamın teklemesine bakacak olursa duruma uyacak replikleri bitmiş olmalıydı. Ne var ki bu Leon'a huzur vermiyordu. muhtemelen destek kuvvetleri yoldaydı ve hemen tüymezse ertesi gün darağacında sallanıyor olacaktı. Bu nedenle adama doğru sallanırcasına iki adım attı. Onun attığı adımlarla James de geriliyordu. "Olduğun yerde kal yoksa ateş ederim!" diye haykırdı James. Leon durmadı. En sonunda parmakları tetiğe giderken James'den daha çevikçe elinin tersiyle adamın elini ters çevirdi, kurşun fabrikanın boşluğunda bir yere uçtu. Adamın elini burkarak silahı yere düşürdü, karın boşluğuna sertçe bir tekme savurmasının ardından sevimli James'i yerdeydi.

    Çantaları dağınıktı. Lanet çantaları dağınıktı ve eldivenini hala giymemişti. Dokunduğu yerlerde parmak izlerini da bırakacaktı ve... Eğer bir an dahi dikkatini bırakmazsa bu iş ciddi anlamda boka saracaktı- ah sarmamış mıydı ki zaten? Polis memurları salak olabilirlerdi. Fakat iş olay mahaline gitmek olunca hızlı ve öfkeli filmlerine düblörmüşçesine yardırırlardı. Hobi olarak gaza basan bir topluluk olmak arada işe yarıyordu hani... Tabii şehir dışına yaklaşmışlarsa. Kraliçelerinin huzurunu bozmak istemezlerdi fazla hızla ne de olsa. James hala yerdeyken hızını bir an bırakmayara eldivenli eliyle adamın yakasına yapıştı. Eldiven olmayan eliyle adamın şakağına dokundu ve verdi emrini. Yaralısın. Kan içindesin ve şu anda çok yorgunsun. Boş yere kalkıp beni yakalayamazsın. işte bu toplanana kadar icabına bakardı. Hem polis dramalarına da yararı dokunmuş oluydu, bir taşla iki kuştu, karlı çıkıyordu her yönden.
    Hızlı adımlarla çantasına koştu. Tıktı tüm eşyalarını içine. Hiçbir şey unutmamak adına etrafına dikkatle bakındı. Dağınık biri olmaması da yararlıydı tabii. Ceketini yerden kaldırıp alelade giydi üzerine. Kameraya uzandı, soktu ceketinin cebine. Ayakları da hala yarıya kadar açık çantasına sokulmuştu. Adımlarını daha da hızlandı, kızı çekip aldığı yere bakınmak için ilerledi. Böylesi bir kıl payı olayın ardından bir de kız yüzünden ipucu bırakmak istemezdi. Tam fabrika makinesinin arkasına aceleyle bakıyordu ki, yerdeki defteri fark etti bir anda. Yavaşladı hareketleri. Bir defterde ipucu olacağını sanmazdı, yüzünü, parmak izini deftere yazamazdı ya? Yine de eğilip yerden aldı defteri. Eliyle önünü-arkasını kontrol etti. Daha fazla kurcalamadan onu da attı çantasına. Eh, kız hakkında bilgi sahibi de olmuş olurdu: nasıl böyle konuşabildiğini merak ediyordu ağzını açtığı ilk andan beri.

    Hızla doğruldu, koşar adımlarla kızın yanına döndü. Kızın bacaklarının kenarındaki eldivenine uzanıp hızla takmaya başladı. Kızı öldürmemesi onu bir zarara uğratmazdı. Öyle ki çantasındaki defterde işine yarar bir şey bulabilirse onunla daha uzun süre de oynayabilirdi, kaçırılmamalıydı böyle fırsatlar. Kızın önünde bir kez daha selam vermesinin ardından koşar adımlarla fabrika kapısına doğru yürüyordu. Bu bu geceki fabrikaya son girişi olmayacaktı. Yaklaşık yarım saat içinde operasyondan haberi olmayan komiser yardımcısı Leon Lewis, durum raporu için sinirle içeri girecekti. Bunun için rol yapmasına gerek yoktu. Sinirliydi haberdar olmadığı operasyon nedeniyle. Çok, çok sinirliydi hem de... Fabrikadan çıkarken, polis sirenlerini hala işitmiyordu. Ancak yola çıktığı zaman uzaktan o yanıp sönen ışıkları göreceğine emindi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Tanrı Kraliçeyi Korusun
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
V I V I S E C T I O N | 1 9 9 2 :: Avrupa :: Birleşik Krallık :: Londra-
Buraya geçin: